Son anketler,adaylar,2011,,anket sonuçları,il il milletvekilleri,aday isimleri,Son anketler,seçim sonuçları

25 Şubat 2010 Perşembe

Doğan ile Aydoğmuş Disiplin Kurulu'nda

AK Parti Grup Yönetim Kurulu, Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan ile Çorum Milletvekili Ahmet Aydoğmuş'u, Müşterek Disiplin Kuruluna sevk etti.

Grup Yönetim Kurulu, bugün yaptığı toplantıda, hakkında inceleme başlatılan iki milletvekilinin durumunu değerlendirdi.

Toplantının ardından Doğan ile Aydoğmuş'un, Müşterek Disiplin Kuruluna sevk edilmesi kararlaştırıldı.

Türkiye Partisi erken seçim istiyor

Sarı, Antakya Gazeteciler Cemiyeti'nde (AGC) düzenlediği toplantıda, hükümetin herkesle kavgalı olduğunu, suni gündemlerle kamuoyunu meşgul ettiğini öne sürdü.

Ekonomik krizin teğet geçmediğini, işçi, memur, esnaf, emekli, köylü herkesin geçim kaygısı yaşadığını, işsizliğin arttığını iddia eden Sarı, şu görüşleri dile getirdi:

''Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, üslup sorunu yaşıyor. Suni gündemlerle zaman kaybediliyor. Yargı ve ordu herkese lazım. AK Parti hükümeti 2 kurumu yeteri kadar yıprattı. Her alanda tıkanan hükümet erken seçim konusunu gündeme taşımalıdır. Her defasında 'sandıktan korkmuyoruz' diyenler bunu kanıtlamalı.''

Sarı, 74 ilde ve büyük ilçelerde örgütlendiklerini ifade ederek, ülkenin sorunlarını çözecek önemli projelere sahip olduklarını söyledi.

14 Şubat 2010 Pazar

Son seçim anketi

Bu pazar seçim olsa birinci parti koltuğuna yüzde 25.9 oy oranıyla kararsızlar oturacak. Kararsızları yüzde 24.9 ile AK Parti, yüzde 14.2 ile CHP ve yüzde 8.7 ile MHP izliyor.

Bülent GÜNAL/AHT

KONSENSUS Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’nin her ay düzenli olarak HABERTÜRK için yaptığı kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre, kararsızlar Türkiye’de birinci parti konumunda. Konsensus, “Türkiye Gündemi-Ocak 2010’’ başlıklı anket çalışması için 24 Ocak-8 Şubat tarihleri arasında 81 ilde, 16 yaş üstü 748’i erkek, 753’ü kadın toplam1501 kişiyle “telefon anketi yöntemiyle” görüştü. 16 yaş üstü kişilerle görüşme nedeni ise bugün 16 yaşında olan gençlerin 2011 genel seçimlerinde oy kullanabilecek olmaları olarak gösterildi.

HER 4 KİŞİDEN BİRİ KARARSIZ
Peki bu pazar bir genel seçimyapılsa Türkiye’yi nasıl bir tablo bekliyor? Kararsız oylar dağıtılmadan önce ortaya çok çarpıcı bir tablo çıktı. Türkiye’nin birinci partisi 25.9 ile kararsızlar oldu! Onu yüzde 24.9 AK Parti izledi. CHP’ye oy vereceğini söyleyenlerin oranı yüzde 14.2. MHP ise yüzde 8.7 ile dördüncü sırada yer aldı. Geçen ayki sonuçlara göre ise tablo çok daha farklıydı. Aralık ayında kararsızların oy oranı yüzde 16 iken AK Parti yüzde 31.9, CHP 19.3,MHP ise yüzde 12.2’ydi. Buna göre kararsızların oranı yüzde 9.9 arttı.

CHP ve MHP’nin oyları düştü

“TÜRKİYE Gündemi-Ocak 2010” başlıklı anket çalışmasına göre, kararsızların oyları partilere dağıtıldığında birincilik kürsüsünde yüzde 42.4 oy oranıyla AK Parti oturuyor. Onu yüzde 24.3 ile CHP, yüzde 15.1 ile de MHP takip ediyor. BDP yüzde 5.3, Saadet Partisi yüzde 3.3 ve Demokrat Parti yüzde 2.5 oya sahip. Geçen aya göre AK Parti oylarını yüzde 1.5 artırırken, CHP’de yüzde 1, MHP’de ise yüzde 1.1’lik düşüş yaşandığı ortaya çıktı.

SEÇMEN SANDIĞA UZAKLAŞIYOR
Türkiye Gündemi-Ocak 2010 anket çalışmasının ortaya çıkardığı bir diğer çarpıcı sonuç da, sandığa gitmeyecek vatandaşların oranındaki artış. Ankete
göre, seçimde oy kullanmayacağını söyleyenlerin oranı yüzde 28.3 iken; yüzde 71.7’lik kesim sandığa gideceğini söyledi. Geçen ay yapılan ankette oy kullanmaya gitmeyeceğini söyleyenlerin oranı yüzde 16’ydı.

Türkiye’nin batısında Sarıgül ilk sırada

KONSENSUS’un yaptığı kamuoyu araştırması ocak ayı anket çalışmasındaki bir diğer ilginç sonuçsa “Siyasi parti ve hareket liderlerinin beğeni oranları” başlığı altında çıktı. Türkiye’de en beğenilen siyasi parti lideri yüzde 39.2 ile
Başbakan Tayyip Erdoğan çıkarken ikinci sırayı yüzde 36.5’lik oy oranıyla Türkiye Değişim Hareketi Lideri Mustafa Sarıgül aldı. Sarıgül geçen aya göre oy oranını yüzde 7.9 artırdı. Araştırmada Sarıgül, Türkiye’nin batısında en beğenilen liderler arasında yüzde 38 ile birinci sırada yer aldı.

Erken seçim istemiyoruz

ARAŞTIRMADA ön plana çıkan sorulardan biri de erken seçim beklentisi
üzerineydi. Seçimler zamanı olan Temmuz 2011’de mi yoksa erkene mi alınmalı sorusuna ankete katılanların yüzde 71.6’sı erken seçime “Hayır” dedi.

Recep tayyip erdoğan

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Fok balıklarının avlanması karşısında ayağa kalkan insanlık, fosfor bombalarıyla öldürülen çocukları, vicdanını rahatlatmak amacıyla terörle mücadelenin yan hasarı olarak görürse, bundan tüm insanlığın adalet duygusu telafisi zor şekilde hasar görür'' dedi.

Erdoğan, Sheraton Otel'de gerçekleştirilen ABD-İslam Dünyası Forumu'nda yaptığı konuşmaya, ''Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla'' sözleriyle başladı.

Erdoğan, terörün her türlüsünün ve fark gözetmeksizin terör örgütlerinin lanetlenmesi gerektiğini söyledi.

Terörü besleyen koşulların ortadan kaldırılması için hep birlikte seferber olunması gerektiğine dikkati çeken Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:

''Her alanda adaleti, barışı, hukukun üstünlüğünü ve barışı savunmalıyız. Dünyanın neresinde olursa olsun çocukların öldürülmesi, kadınların öldürülmesi, masum insanların katledilmesi, insan haklarının ihlal edilmesi ve insani değerlerin ihlal edilmesi altını çizerek ifade ediyorum eşit derecede kötüdür.

Aynı gelişmiş dünya, kutuplarda nesli tükenen hayvanları önemsediği kadar, yağmur ormanlarını önemsediği kadar, buzulların erimesini önemsediği kadar çocukların katledilmesini de önemsemelidir. Fok balıklarının avlanması karşısında ayağa kalkan insanlık, fosfor bombalarıyla öldürülen çocukları, vicdanını rahatlatmak amacıyla terörle mücadelenin yan hasarı olarak görürse, bundan tüm insanlığın adalet duygusu telafisi zor şekilde hasar görür.

İşte bunun örneğini Gazze'de yaşadık ve Gazze'de fosfor bombaları atıldı. Bin 500 insan orada öldürüldü. Çocuk, yaşlı, kadın... Bunlar savunmasız insanlar. 5 bin insan yaralandı. Şu anda 5 bin aile çadırlarda yaşıyor. Bundan bir yıl önce donörler toplandı, kararlar alındı. Peki hala alt yapı, üst yapısıyla ilgili Gazze'de en ufak bir çalışma var mı, yok. Ben şimdi sesleniyorum, ey insanlık neredesin, ey yöneticiler neredesiniz? Buraya niçin inşaat malzemeleri giremez, niçin inşaatlar yapılamaz? Bunu nefsime de şahsıma da soruyorum, tüm insanlığa da soruyorum.''

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Bundan bin yıl önce, yoksullarla dayanışmak, yolcuları misafir etmek, köleleri özgürlüğe kavuşturmak hatta göçmen kuşları tedavi etmek için vakıflar kurmuş, köklü ve güçlü sivil toplum modelini ortaya koymuş medeniyetin insan öldürmeyi mazur görmesi asla düşünülemez'' dedi.

Başbakan Erdoğan, Sheraton Otel'de gerçekleştirilen ABD-İslam Dünyası Forumu'nda yaptığı konuşmaya, küresel sorunların daha da ağırlaştığı, sorunlara çözüm arayışlarının daha fazla ciddiyet arz ettiği bir süreçten geçildiğini belirtti.

Soğuk savaşın sona ermesi ve küreselleşmenin ivme kazanmasının, yerel sorunların uluslararası boyutlar kazanmasını beraberinde getirdiğine işaret eden Erdoğan, dünyaya yönelik tehditlerin artık tek tek ülkeleri değil, topyekun herkesi, insanlığın kaderini çok yakından ilgilendirdiğini söyledi.

Erdoğan, uluslararası terörizmin, nükleer silahların yayılması tehlikesinin, yerel ve bölgesel çatışmaların, küresel ekonomik krizin, iklim değişikliğinin ve çevre sorunlarının artık belli ülkeler ve belli bölgeler için değil, bütün insanlık ve dünyanın geleceği için ciddi bir tehdit oluşturduğunu vurguladı.

''Bu tehditlerle mücadele etmek için dayanışma her zamankinden çok daha fazla önem taşıyor'' diyen Erdoğan, şöyle konuştu:

''En az bu tehditler kadar, hatta onlardan çok daha önemli olarak kültürler arası çatışma eğilimleri de önümüzde ciddi problem olarak duruyor. Kültürleri, medeniyetleri karşı karşıya getirecek anlayışlar, halklar arasında psikolojik duvarların inşa edilmesine neden oluyor. Son derece sinsi şekilde, alttan alta ırkçılık gibi, anlayışsızlık, ayrımcılık, köktencilik, aşırılık gibi sorunlar toplumlara adeta ölümcül bir virüs gibi nüfuz etmeye çalışıyor. 11 Eylül saldırılarının ardından sadece ABD'de değil, başta Avrupa olmak üzere çok geniş bir coğrafyada topluma, özellikle de gençliğe sirayet ettiğine şahit oluyoruz.

Popüler kültür ürünlerinde, örneğin sinema filmlerinde, dizilerde, müzikte, bilişim dünyasında, medyada, fotoğraflarda, karikatürlerde, hatta kimi zaman bilimsel olması gereken yazı, makale ve yorumlarda son derece ince, bilinçaltına hitap eden kültürel karşıtlığın empoze edildiğini üzülerek izliyoruz. İslam ve Müslüman kavramlarının Batı dünyasında olumsuz ve kötüleyici çağrışımlara sebep olacak şekilde üretildiğine şahit oluyoruz. İslam ve terörizm kavramları yerli ve yersiz son derece sorumsuz şekilde yan yana getiriliyor ve bu şekilde ayrımcılık körükleniyor. İslam dünyasında bazı ülkelerin yerel kıyafetleri, sakalları, örtüleri, hatta kullandıkları bazı kelimeler bir terör aksesuarıymış gibi lanse ediliyor. Toplumlara pompalanan antipatiler derin kaygıların ortaya çıkmasına, toplumların birbirine şüpheyle bakmasına sebep oluyor. Güven yerine korku ve şüphenin hakim olduğu bir toplumsal algı oluşuyor.''

Başbakan Erdoğan, bu algıyı besleyen yanlışlıkların veya olumsuz olayların halklardan, kültür ve medeniyetlerden bağımsız şekilde ortaya çıkabildiğini belirterek, ''Amerika Birleşik Devletleri'nde, Avrupa ülkelerinde, hatta başta Türkiye olmak üzere, halkı Müslüman ülkelerde terör eylemleri bu algının oluşmasına da yol açmıştır'' dedi.

-''HİÇBİR SEMAVİ DİN TERÖRE CEVAZ VERMEZ''-

Terör eylemlerinin tüm İslam dünyasını ve tüm Müslümanları kuşatacak şekilde genelleştirilmesinin haksızlık olduğunu ifade eden Erdoğan, bu olayların önemli şekilde mağdurunun yine Müslümanlar olduğunu vurguladı.

Erdoğan, münferit olaylardan yola çıkarak Müslüman isimlerin, İslami değerlerin, İslam ülkelerinin tümden töhmet altında bırakılmasının da aynı şekilde yanlış olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:

''Zira hiçbir semavi din terörü teçhiz etmez, teröre cevaz vermez. Teröre yol açmaz. Irkçılık ne kadar tehlikeliyse, antisemitizm ne kadar tehlikeliyse, ayrımcılık ne kadar tehlikeliyse İslamifobia da en az o kadar tehlikelidir. Çünkü diğer ayrıcılık türleri gibi İslamifobia da bir ırkçılık türüdür, bir insanlık suçudur. Akıl ve vicdan sahibi bütün insanlar ayrımcılık ve ırkçılığın her türüne yek vücut halde karşı durmalıdır. Dünyada hiçbir terör eylemi ve terör örgütü o eylemi yapanların ya da o örgütün mensuplarının dini inançlarıyla değerlendirilmezken maalesef bazı terör eylemlerinin ardından 1,5 milyarı aşkın nüfusa sahip İslam dünyası hedef gösterilmekte, rencide edilmektedir. Bu bakış açısının, yani İslamifobianın son derece tehlikeli olduğunu bir kez daha altını çizerek ifade ediyorum.

Sorumluk makamında olanların, özellikle devlet başkanlarının, medya yöneticilerinin, sivil toplum örgütlerinin gittikçe yükselen bu ciddi tehlike karşısında çok daha duyarlı davranmaları gerektiğine inanıyorum. Terörle mücadele yapılırken hedefin saptırılıp geniş bir kitlenin rencide edilmesi açıkçası mücadeleyi de zaafa uğratacaktır. Hiç ama hiç alakası olmadığı halde adından kıyafetlerinden, kullandığı kelime ve kavramlardan dolayı bireylerin farklı muameleye maruz kalması, onları dışlayacak diyalogdan uzaklaştıracak, güvenlerini zedeleyecek ve entegrasyonu engelleyecektir.''

-''İSLAM KELİMESİ, BARIŞ ANLAMI TAŞIR''-

Başbakan Erdoğan, İslam kelimesinin, ''barış'' anlamı taşıdığını ve İslam'ın bir barış ve kardeşlik dini olduğunu vurgulayarak, İslam'ın dayanışma ve paylaşma dini olarak doğduğunu, adalet ilkesi üzerinde geliştiğini, tarih boyunca da kurduğu medeniyetlerin hep sevgi medeniyetleri olduğunu söyledi.

Erdoğan, ''Bundan bin yıl önce, yoksullarla dayanışmak, yolcuları misafir etmek, köleleri özgürlüğe kavuşturmak, hatta göçmen kuşları tedavi etmek için vakıflar kurmuş, köklü ve güçlü sivil toplum modelini ortaya koymuş medeniyetin insan öldürmeyi mazur görmesi asla düşünülemez'' dedi.

Asırlar boyunca şehirlerinde insanlar kadar kuşların ve evcil hayvanların barınmasını dert edinen, çevrenin korunmasına azami önem atfeden bir inancın bugün masum sivilleri katletmeyi mazur gördüğünü hiç kimsenin iddia edemeyeceğini belirten Erdoğan, bütün semavi dinlerde olduğu gibi İslam dininde de kul halkı ve mülkiyetin, mahremiyetin korunmasının esas ilkeler olarak her zaman en üst düzeyde gözetildiğini dile getirdi.

Erdoğan, Semerkant'tan İskenderiye'ye, İstanbul'dan Kurduba'ya, İsfahan'dan Fez'e kadar İslam medeniyetinin büyük ve kozmopolit şehirlerinin gerçek manada çoğulcu kültür ürettiklerini, buralarda Musevi, Hristiyan, Müslüman, Hindu ve diğer din mensuplarının bir arada yaşama kültürünün en güzide örneklerin verdiklerini kaydetti.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Bir Müslüman olarak 'İslami terör' kavramını toptan reddediyorum. Terörle İslamı bir arada görmek bizim kanımıza dokunur'' dedi.

Başbakan Erdoğan, Sheraton Otel'de gerçekleştirilen ABD-İslam Dünyası Forumu'nda yaptığı konuşmada, Kur'an-ı Kerim'in değişik yerlerinde ve Hz. Muhammed'in birçok hadisinde insan öldürmenin kınandığını ve en büyük günah olarak görüldüğünü vurgulayarak, Maide Suresi'nde ''bir insanı öldürmenin tüm insanlığı öldürmekle eş tutulduğunun'' bildirildiğini söyledi.

Mevlana'nın, ''Gel, her ne olursan ol yine gel, bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir'' diyerek engin bir hoşgörü çağrısı yaptığını, ''Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte güneş gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol'' sözleriyle İslam dininin özünü tefsir ettiğini belirtti. Erdoğan, Yunus Emre'nin, ''Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil, yetmiş iki millet dahi elin yüzün yunmaz değil'' dizelerine de dikkati çekti.

Savunulma konumunda bile kadınların, çocukların ve yaşlıların korunmasının en üst düzeyde dikkate alınmasının İslam dininin temel ilkelerinden biri olduğunu belirten Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Kitle imha silahlarının, nükleer silahların pazar yerlerine binalara, kalabalıklara, uçaklara, otobüslere yönelik terörist saldırıların, İslam kelimesiyle Müslüman sıfatıyla bağdaştırılması İslam dinine de biz Müslümanlara da haksızlıktır ve insan olma sıfatıyla bağdaştırılması mümkün değildir. İslam'da esas olan asla ve asla öldürmek değil, tam tersine yaşatmaktır. Bu bağlamda bir Müslüman olarak 'İslami terör' kavramını toptan reddediyorum. Terörle İslamı bir arada görmek bizim kanımıza dokunur. Kendileri için 'İslamcı' ya da 'Müslüman terör örgütü' kavramını kullananları, anlayışlarını gözden geçirmeye davet ediyorum. Bu noktada İslam ülkelerinin de ciddi bir özeleştiride bulunmasını doğrusu ben kaçınılmaz buluyorum. İslam dininin temel ilkeleri ve tarihsel pratiği ortadayken, İslam ülkelerinin bir kısım olumsuzluklarla ve hak ihlalleriyle anılması, Müslümanların başını iki ellerinin arasına alıp etraflıca düşünmesini gerektiriyor. Evet Batı'da bazı kesimler tarafından alehyte bir propaganda yürütülüyor. Ama bizler bu propagandayı boşa çıkarmak için, yanlış imajları algıları düzeltmek için, ön yargıları kırmak için ne yapıyoruz ya da ne yapmıyoruz? Müslümanlarla ilgili yanlış algılamaları gidermek için nasıl bir çaba içindeyiz?''

-''BİRÇOK MÜSLÜMAN ÜLKE UZUNCA BİR SÜRE MESELEYE DUYARSIZ KALIRKEN...''

Türkiye'nin 30 yıldır masum insanları, hatta çocukları hedef alan kanlı bir terör örgütüyle kıyasıya mücadele ettiğine dikkati çeken Başbakan Erdoğan, terörle mücadelede, çoğu sivil olmak üzere 40 bine yakın vatandaşın hayatını kaybettiğini, 30 yılda yaklaşık 300 milyar doların terörle mücadelede kullanıldığını söyledi. Erdoğan, şöyle konuştu:

''Ne yazık ki bu süreç içerisinde uluslararası toplumdan ciddi bir destek alamadık, terörle mücadelemizde dayanışma mekanizmalarının çalıştığını göremedik, hissedemedik. Birçok Müslüman ülke uzunca bir süre meseleye duyarsız kalırken, öbür taraftan Avrupa'da aleni şekilde desteklendiğine, finansman sağlandığına, silah sağlandığına, hoşgörü gösterildiğine, psikolojik olarak desteklendiğine de şahit olduk, yakaladıklarını bizlere teslim etmedi. Bütün uyarılarımıza, bütün işbirliği çağrılarımıza rağmen bugün de bu desteğin devam ettiğine, suçluların korunduğuna, iade edilmediğine ne yazık ki şahit oluyoruz.

Burada özellikle ifade etmek istediğim şudur: İslam dünyası kimden gelirse gelsin, hangi gerekçeyle hangi saikle olursa olsun insanlığa karşı işlenen her türlü suça karşı tam bir dayanışma içinde olmalı ve net bir tavır almalı. Aynı şekilde Batı dünyası da başta ABD ve AB olmak üzere kendi topraklarında hızlıca ve sinsice ilerleyen İslamifobia karşısında ciddi tedbirler almalı ve bu tehlikeli tırmanışı da engellemelidir.''

ABD Başkanı Barak Obama'nın bu konudaki hassasiyetini bildiğini ifade eden Başbakan Erdoğan, ''Sayın Reşad Hüseyin'i böyle önemli bir göreve atamasının altındaki inceliği de biliyorum. Bundan dolayı kendilerini özellikle kutluyorum, tebrik ediyorum. Bu önemli bir adım bu işin laf kısmı değil, uygulama kısmı. Tüm mesele bu uygulamanın neticelerini de süratle alabilmek'' dedi.

-''ATIŞMA PAZARININ YERİNİ KARŞILIKLI GÜVEN VE SAYGI İKLİMİ ALIYOR''-

Bu noktada dayanışmanın her zamankinden çok daha fazla anlam ifade ettiğine, bir zorunluluk haline geldiğine dikkati çeken Başbakan Erdoğan, başta Birleşmiş Milletler ve İslam Konferansı Teşkilatı olmak üzere ilgili tüm uluslararası kuruluşların bu katılımı sağlamak ve ortak bir tavır almak yönünde daha aktif olmalarının önemini vurguladı.

Medeniyetler çatışması senaryolarına karşı en kararlı duruşlardan birinin de Medeniyetler İttifakı Girişimi olduğuna işaret eden Erdoğan, şunları kaydetti:

''Doğu ile Batı, Avrupa ile İslam dünyası kültür havzalarında yer alan Türkiye, bu tecrübe ve konumu sayesinde BM çatısı altında medeniyetler ittifakı girişiminin eşbaşkanlığını İspanya ile birlikte üstlenmiştir. Medeniyetler ittifakıyla son yıllarda Müslüman ülkeler ve batılı toplumlar arasında görülen karşılıklı şüphe korku ve kutuplaşma ortamının aşırı unsurlarca istismar edilmesinin önüne geçmeyi hedefliyoruz. Hep beraber bunu başarmamız lazım. Bu girişim farklı kültür ve medeniyetlerin çatışma zorunda olmadığını, yapıcı bir rekabet içinde yaşamalarının hem mümkün hem de gerekli olduğunu ispat etmiştir. Şu anda yüzden fazla ülke ve uluslararası örgüt bu girişime destek veriyor. Bu boyutuyla da girişim küresel barış mücadelesinde önemli bir işlev görüyor. Böylece çatışma pazarının yerini karşılıklı güven ve saygı iklimi almış oluyor. Bu iklimin inşasına ve sürekliliğine katkı yapmak, Washington'dan Ankara'ya, Brüksel'den Doha'ya hepimizin ortak sorumluluğudur.''

-''ÇÖZÜMÜNÜ ERTELEDİĞİMİZ HER SORUN BUMERANG GİBİ GERİ DÖNMEKTE''-

Özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında İslam dünyasıyla ABD arasındaki diyaloğun geliştirilmesi ihtiyacının her zamankinden daha önemli hale geldiğini belirten Erdoğan, ABD Başkanı Obama'nın geçen yıl Ankara ve Kahire'de yaptığı konuşmalarda olumlu ve cesaret verici mesajlar vermesinin, bu diyaloğun ilerletilmesine yönelik beklentileri kuvvetlendirdiğini söyledi.

İlişkilerde yeni bir sayfa açılmasının, geçmişten çıkarılan dersler ışığında karşılıklı saygı, anlayış, empati ve işbirliği ruhuna dayalı yeni söylemlerin geliştirilmesinin tüm ülke ve hakların ortak özlemi olduğuna işaret eden Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:

''En önemlisi artık sorunların ötelenip, halının altına süpürülmemesi ve anlamlı sonuç üretici bir işbirliği modelinin hayata geçirilmesidir. Zira çözümünü ertelediğimiz her sorun bir müddet sonra adeta bir bumerang gibi bize geri dönmekte ve daha ağır maliyetleri de beraberinde getirmektedir. ABD'nin bu gittikçe tırmanan sorunlar karşısında diyalog, katılımcılık ve dayanışmayı öne çıkaran bir sorumluluk yüklenmesi gerektiğine inanıyorum. Özellikle özgürlük-güvenlik dengesinin yeniden inşa edilmesi büyük aciliyet arz ediyor.

Yaklaşık 1.6 milyar insanı, yani dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini barındıran İslam coğrafyası da gerek siyasi bakımdan gerek ekonomik potansiyeli itibariyle küresel denklemlerde hesaba katılması gereken başlı başına ağırlık merkezi haline gelmiştir. Bu toplantının temasını teşkil eden bir sonraki bölümün yazılmasına da başlanabilmesi noktasında ancak bu anlayışın samimiyetle benimsenmesiyle mümkün olabileceğine inanıyorum.

Ülkeler toplumlar ve bireyler arasında adalet duygusunun zayıfladığı bir dünya, geleceği tehlikede olan bir dünyadır. Adalet duygusunu muhafaza edebilmek için kısa vadeli çıkarların üzerine çıkabilen, her türlü ayrımcılığı dışlayan etik bir politika yürütmek durumundayız.''

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''ABD yönetiminin Ortadoğu'ya ilişkin tutumunu, İsrail ile Filistin arasındaki görüşmelerin başlatılmasına yönelik çabalarını, bölgede kalıcı barışın tesisi açısından bir fırsat olarak görüyor ve destekliyoruz'' dedi.

Erdoğan, Sheraton Otel'de gerçekleştirilen ABD-İslam Dünyası Forumu'nda yaptığı konuşmada, Gazze'de bombardıman nedeniyle Birleşmiş Milletler'in okulunun, hastanelerinin yıkıldığını belirterek, şunları kaydetti:

''Ne oldu, ne yapıyoruz? Cezaevinin kapısı var, 4 tane kapı. Bu kapılardan içeriye giremiyorsunuz. Yaptırım... Böyle adalet olur mu? Dünya barışına katkıyı nasıl sağlayacağız? Ondan sonra çözüm diyoruz, nasıl çözeceğiz? Ben o zaman soruyorum Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi neredesin? BM neredesin? Eğer BM aldığı kararları, sadece karar almak için alıyorsa varlık sebebi yok demektir. BM'nin yaptırım gücünün olması lazım. O zaman burada da o yaptırımı görmemiz lazım. Benim için Haiti ne kadar önemliyse Gazze'de o kadar önemlidir. Benim için Gazze ne kadar önemliyse Gürcistan da o kadar önemlidir. Olaya ben bir Müslüman olarak değil, bir insan olarak bakıyorum. Vicdanımın sesine kulak vererek bakıyorum ve olayı da böyle değerlendirmek durumundayım. Eğer böyle değerlendiremezsek yarın aynı akıbetle bizler de karşı karşıya kalabiliriz.''

Erdoğan, Türkiye olarak insanlığın ve insani değerlerin yüceltilmesini, küresel meselelerin en temel çözüm noktası olarak gördüklerini ve bunu savunduklarını söyledi.

-''YAHUDİ YERLEŞİM FAALİYETLERİ SONLANDIRILMALI''-

Türkiye'nin, bu bilinç içinde öncelikle kendisine bitişik ve mücavir bölgelerde barış, istikrar ve refahın yaygınlaştırılması hedefi doğrultusunda yoğun çabalar harcadığını belirten Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:

''Ortadoğu'daki sorunların merkezinde yer alan Filistin sorunu, iki devletli çözüm temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız, egemen ve yaşayabilir bir Filistin Devleti'nin kurulmasıyla çözülmeli ve Filistin halkı on yıllardır özlemini çektiği devletine kavuşmalıdır. Barış sürecinin önündeki en büyük engeli teşkil eden, özellikle Yahudi yerleşim faaliyetleri sonlandırılmalı, yolları, köyleri, aileleri bölen ve Filistin'de normal bir ekonomik hayatın oluşabilmesini engelleyen kısıtlamalar süratle kaldırılmalı, ayrım duvarı inşaatı durdurulmalıdır. Gazze şeridinde ortaya çıkan insanlık trajedisi ortadan kaldırılmalıdır.

Açılan yaralar derhal sarılmalı, bu krizin giderilmesine yönelik proaktif bir diplomasi yürüten ve tüm taraflarla yoğun bir temas trafiği içerisinde bulunan Türkiye, Gazze şeridinde sivil halkın maruz kaldığı zor yaşam koşullarına da elbette sessiz kalmamıştır. Çünkü ben insanım...''

Başbakan Erdoğan, Gazze halkının barınma ve eğitim gibi temel gereksinimlerinin karşılanabilmesi için yardımların bölgeye kesintisiz olarak ulaştırılmasının sağlanması gerektiğine işaret ederek, ''Burası bir açık hava hapishanesi, bu açık hava hapishanesi acaba ne zaman hapishane alanı olmaktan çıkarılacaktır. Bu soruyu da sormak herhalde bizlerin de hakkıdır ve hatta sorumluluk alanımız içerisindedir'' dedi.

Erdoğan, ''ABD yönetiminin Ortadoğu'ya ilişkin tutumunu İsrail ile Filistin arasındaki görüşmelerin başlatılmasına yönelik çabalarını, bölgede kalıcı barışın tesisi açısından bir fırsat olarak görüyor ve destekliyoruz. Bu konuda bizlere düşen görev neyse bunu da yapmaya hazır olduğumuzu hep söyledik, söylüyoruz. Ancak burada tüm sorumluluk ABD'nin omuzlarına bırakılamaz, bırakılmamalıdır. Hepimizin bu yönde üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi önem taşıyor'' diye konuştu.

-''BÖLGEMİZDE BARIŞ İSTİYORUZ''-

Türkiye olarak, bölgenin ve dünyanın geleceğine ilişkin iyimserliği, sorunların çözüleceğine dair umutları muhafaza ettiklerini belirten Erdoğan, Türkiye'nin, aktif dış politikasının, diyalog, hoşgörü, karşılıklı anlayış, istikrar, güvenlik ve demokrasi temelleri üzerinde kurulu olduğunu söyledi.

Erdoğan, başta Filistin meselesi olmak üzere, Gürcistan, Rusya, Afganistan, Pakistan sorunlarının çözümüne katkı sağlama çabası içerisinde olduklarına işaret ederek, Irak'ın yeniden inşası, İran'ın uluslar arası toplumla ilişkileri ve Yemen gibi meseleleri de yakından takip ettiklerini bildirdi.

''Biz bölgemizde artık barış istiyoruz, uzlaşı istiyoruz, güvenlik ve refah istiyoruz'' diyen Erdoğan, bu çağrılarının geniş bir coğrafyada yankılandığını görmekten dolayı da ayrıca umutlu olduğunu sözlerine ekledi.

Bülent arınç sert konuştu

Konferansın yapıldığı Gebze Belediyesi Osman Hamdibey Kültür Merkezi'ne 'Türkiye seninle gurur duyuyor' sloganları eşliğinde giren Arınç, gençlik kollarına bir konuşma yaptı. CHP'nin tek başına iktidar olmasının mümkün olmadığını belirten Arınç, "Bu iddia değil. Bu tarihen sabit bir gerçek. 1950'de CHP iktidardan düştü, o günden bu tarafa 15 seçimdir bu parti halkın tertemiz, helal oylarıyla iktidara gelemiyor. Gelemiyor arkadaş. Çünkü halkın partisi olamıyor. Siz halkın layık olduğu hizmeti vermezseniz, gerçekten her an halkla birlikte olmazsanız, onun inanç, gelenek, örf ve adetlerine, duygu ve düşüncelerine, istek ve ihtiyaçlarına hiçbir zaman ilgi duymaz, onun inancıyla, duygu ve düşünceleriyle uğraşırsanız, onun çocuklarının nerde okuyacağına siz karar verirseniz, halka her zaman gerici, yobaz ve rejim düşmanı gibi bakarsanız, bu parti tek başına iktidara gelmez. Sittin sene gelemez." diye konuştu.

Türkiye'nin yılların birikimi olan bir sorunu daha çözmesi gerektiğini vurgulayan Arınç, şöyle konuştu: "Kardeş kavgası artık ülkemizde yok. Sivil asker ilişkileri iyi bir yere gidiyor. Herkes olması gerektiği bir yerde anayasanın emrettiği bir şekilde olacak. Katsayı adaletsizliğinde halen ayrımcılık devam ediyor. Bununla da hukuk, adalet ve demokrasi içinde bir mücadele yapılıyor. Artık YÖK katsayı adaletsizliği giderilmelidir diyor, ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan da 'bu adaletsizliktir, fende sınavı Türkiye birincisi olarak sınavı kazanan bir kişi istediği bölüme gidemiyorsa bu zulümdür' diyor. YÖK, iki karar aldı, ikisini de Danıştay iptal etti. Halbuki bu karar hukuk üzerine olmalıydı, yerindeliğe göre değil."

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın sağına ve soluna koyacakları iki adamı olmadığını idda eden Devlet Bakanı Arınç, "Meclis Başkan vekili hanımefendiye CHP Grup toplantısına katılmasının doğru olmadığını söyledim. Onlar da seçim döneminde bir mitingde çekilmiş fotoğrafımı gösterdiler. Sözüm ona benim de bunu ihlal ettiğimi söylemek istiyorlar. Fakat seçimlere 15 gün kala milletvekili adayı olduğum bölgede seçim çalışması yapmam ne yasalara ne de süregelen meclis geleneğine aykırı değil. Ayrıca bu birlik ve beraberlik fotoğrafı bize en az yüzde 5 puan kazandırdı. Asıl ben merak ediyorum; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın sağına ve soluna koyacakları 2 adamı var mı? Olacağını sanmıyorum. Koysalar da halk tarafından rağbet görmez." diye konuştu.

Bülent Arınç, Gebze'nin, Türkiye için çok önemli bir ilçe olduğunu, nüfusunun 400 bine yaklaştığını, özellikle son seçimlerde kendi içinden 3 tane ilçe çıkardığını hatırlattı. Buna rağmen gücünden, nüfuzundan, ekonomik etkinliğinden bir şey kaybetmediğini söyleyen Arınç, AK Parti olarak geçmişten bu yana en büyük başarıları Gebze'den aldıklarını, buradaki oy oranlarının her zaman yüksek olduğunu ifade etti. Kocaeli'nin 2002 seçimlerini esas aldıklarında 2002'de, 2004'te, 2007'de, 2007 referandumunda, 2009 Mart seçimlerinde her zaman yüzlerini güldürdüğünü, her zaman en büyük başarıların müjdesini aldıklarını vurgulayan Arınç, çok gayretli ve fedakar arkadaşlarının çalışmalarını ilgiyle izlediklerini söyledi.

Gebze eski belediye Başkanı Ahmet Penbegüllü'yü de rahmetle anan Arınç, "Şahsen de çok iyi tanırdım, Allah rahmet eylesin. Genç yaşlarda vefat etti. Çok üzgünüm, hastalığı bir dönem sinsi bir şekilde izledi, sonra ortaya çıktı. Müdahaleler yapıldı, ama Allah'ın takdiri bu kadarmış, çok değerli bir arkadaşımızdı. Tabii 28 Şubat sürecinde ve sonrasında Pembegüllü arkadaşımızın çok sıkıntı çektiğini, kendisine eziyet edildiğini de biliyorum. Eziyet edenler herhalde bundan dolayı çok mahcup olmuşlardır, yüzleri kara çıkmıştır diye düşünüyorum. Allah ona da sizlerin geçmişlerinize de rahmet etsin." temennisinde bulundu.

Daha sonra CHP'ye yönelik eleştirilerine devam eden Arınç, şöyle konuştu: "Bilmiyorum CHP'nin gençlik kolları var mı? Mutlaka 'var' diyeceksiniz. Varlığını ne ile bileceğiz, yani CHP'nin kadın kolları bildiğim kadarıyla yok, ihtiyaç duymamışlar ama gençlik kolları Manisa'da olduğu için biliyorum. Demek ki bazı yerlerde var, ama böyle bir gençlik kolunun varlığını nereden bileceğiz? Şüphesiz yapacakları etkin çalışmalarla. Bu çalışmalardan habersizsek, ortada sadece bir tabela varsa o zaman biz AK Parti olarak gençlik kollarımızı çok daha dinamik, halkın arasında çok daha iyi siyasi çalışmalar yapan bir ekip olarak görüyoruz, bu da bizim başarımızdır. Şüphesiz kadın kolları da aynı çalışmaları yapıyor. Gençlik kollarından yetişmiş bir insan olarak, siyasete gençlik kollarından başlamış bir insan olarak bu çalışmalara önem veriyorum. Herkesin siyasete girmesi gençlik kollarından olacak diye bir kural yok, ama bu işe ilgi duyan bir insanın eğitimini, ilk deneyimlerini, tecrübelerini, birikimini gençlik kollarından sağlamış olmasının siyasette önemli olduğunu düşünüyorum. Sayın Başbakan'ımız da gençlik kollarında çalışmıştı. Gençlerin heyecanı sonsuz, idealizmi var. Gençler çok dinamik unsurlar ve gençler hesabi olmaktan çok hasbi çalışırlar. 'Yani yarın şu olayım, bu olayım' düşüncesiyle değil, tabii insanın ileriye dönük hesapları olacaktır ama 'ben inandığım bu çizgide başarılı olacağım' düşüncesiyle her şeyinden fedakarlık ederler. Çoğu kez ceplerinde harçlık yoktur, çoğu kez parti çalışmalarına hem kendileri hem de emekleriyle katılırlar. Gençler, bu yaşlarda elde ettikleri siyasi birikimleri ileride daha büyük birikimlere dönüştürürler. O bakımdan ister bayan olsun, ister erkek olsun gençlik kollarında yetişmek bence büyük bir avantajdır. Aynı şekilde kadın kolları da çok önemli. Onlar da hem çok birikimli hem heyecanlı hem de birebir siyaset yapma konusunda itiraf edeyim erkeklerden daha başarılılar. Onların da siyasete ayrı bir tat, renk, zarafet kattıklarına inanıyorum. Dolayısıyla Kocaeli'nde il olarak bir başarımız varsa ki mutlaka var, bunu konuşmamın başında ifade ettim, arkasında emin olun gençlerimizin kadın kollarımızın çok büyük katkısı vardır, onlara gönülden teşekkür ediyorum."

MHP'yi de eleştiren Arınç, AK Parti'nin açık fikirli bir parti olduğunu dile getirdi. Arınç, "Kendi düşüncelerimizi bilir ve savunuruz ama başkalarının fikirlerine de her zaman saygı duyarız. Bizim prensibimiz şudur: Kavga, çatışma, birbirlerinin kuyusunu kazma, hakaret etmek bizim kitabımızda yazmıyor. Biz ifade özgürlüğüne en çok değer veren partiyiz. İfade özgürlüğü bütün özgürlüklerin bileşkesidir. Ne olacak ifade özgürlüğünde? Diyeceğim ki birisiyle karşılaştığım zaman, 'bana göre benim düşündüklerim doğrudur ama yanlış olma ihtimali vardır. Senin düşüncelerin yanlıştır ama doğru olma ihtimali vardır. O zaman ben konuşayım sen sonuna kadar dinle ve saygı göster, sen konuş ben dinleyeyim sonuna kadar saygı göstereyim'. Böyle yaparsak kavgasız bir dünya olur, kavgasız bir Türkiye olur. Sonunda onun fikrini kabul etmek zorunda değilsiniz ama olabilir ki doğru şeyler konuşacaktır, eleştiriler yapacaktır ve siz de bunlardan yararlanacaksınız. 'Söyletmeyin, vurun' taktiği ile hele hele bir metreden daha fazla yaklaşırsan ben sana yapacağımı bilirim taktikleriyle ifade özgürlüğü diye bir şeyi kabul etmemiş olursunuz. Birbirimize yaklaşacağız ve el sıkacağız, ama unutmayın sıkılı yumrukla el sıkışılmaz. Elinizi açacaksınız ki karşınızdaki ile el sıkışabilesiniz." diye kaydetti.

4 Şubat 2010 Perşembe

Arınç'a göre AK Parti'nin alacağı oy

NTV'de Murat Akgün'ün konuğu olan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın anket sonuçlarını doğru okumadığını söyledi. Ak Parti'nin üç anket şirketine her ay araştırma yaptırdığını belirten Arınç, Baykal'ın yüzde 25 oranındaki "kararsızların"
dağıtılmamış haliyle elde edilen sonuçları açıkladığını belirtti. Arınç kendi gözlemleri sonucunda AK Parti'nin oylarının yüzde 40'ların altına düşmeyeceğini ifade etti.

Arınç, “Bir araştırmanız var mı? Partinin oy oranının ne olduğu, nereye gittiğine dair böyle bir sonucu paylaşacak durumda mısınız?” şeklindeki soruya şöyle cevap verdi:

"Bir kısmı bize doğrudan geliyor, biz kısmını biz yaptırıyoruz. Doğrudan gelenler AK Parti ile hiçbir bağlantısı olmayanlar. Sadece bilgilendirme amacıyla gelenler. Mesela Andy-Ar gelmişti en son. En başarılı baklanlar içerisinde ikinci sırada ben görünüyorum. Belki o yüzden gönderdiler. Yüzde 38 görünüyordu. Bizim doğrudan çalıştığımız üç tane anket şirketinin her ya yaptığı çalışmalarımız var. Orada yüzde 40’lar civarında görünüyordu. Sayın Baykal’ı sevindiren bir anket, kim tarafından, nasıl yapıldı bilmiyorum ama kendisi hiçbir anket çalışması yaptırmadığı için bir anketin nasıl okunması gerektiğini de bilmiyor.

“Yarın seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” dendiğinde çıkan bir çıplak sonuç vardır. Bir de kararsızlar dağıtıldıktan sonra eklenen sonuçlar vardır. Genelde kararsız görünenler yüzde 20-25’dir. Oradaki tablo, eski oy oranları ve genel temayüller içersinden partilere dağıtılır. Bunların hiç birisinde Ak Parti’nin oyunu yüzde 38’den aşağıda göstermiyor. Yüzde 26 falan demişti. Yüzde 20’lerle ile yüzde 30’lar arasında değişiyor demişti. Kararsızlar dağıtılmadan yapılan ve spekülatif amaçlı yapılan anketler vardır. Bunların hepsi bir seçim yapıldığında ne kadar perişan olduklarını hepimiz biliyoruz. Ama biz halkın içindeyiz. Ben sürekli Türkiye içerisinde konferanslara, halk içinde çalışmalara gidiyorum. Bazen kongreler gidiyorum. Buralarda gördüğümüz ilgi ve AK Parti’ye olan bağlılığa göre ben AK Parti’nin oylarını yüzde 40’ların altında görmüyorum

AK Parti'den Bahçeli'ye yaylım ateş

AK Parti Medya Tanıtım Başkanlığından yapılan açıklamada, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin bugünkü açıklamasına ilişkin, ''Kamuoyu, tüm olup bitenlerden dolayı Sayın Bahçeli ve partisinden özür beklerken, bunun aksine MHP, hem vuran, hem bağıran, hem tehdit eden, hem hakaret eden ve bütün bunlar yetmezmiş gibi kendini de haklı gören pişkince bir tavır takınmıştır'' denildi.

Yazılı açıklamada, ''MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, bugünkü açıklamasında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a, hükümete, partiye ve hür basına yönelik terbiye sınırlarını zorlayan ifadeler kullanıldığı, tehdit ve şantaj dolu cümlelerle saldırıldığı'' savunuldu.

Bahçeli'nin ''AK Parti'yi PKK'ya kucak açmakla suçladığı'' ifade edilen açıklamada, ''Sayın Bahçeli, şunu bilmelidir ki AK Parti hiçbir zaman PKK gibi eli kanlı bir terör örgütüne kucak açmamıştır, bundan sonra da açması asla söz konusu değildir. Bunun imasını dahi en büyük hakaret sayar. Esasen PKK'yı besleyen ve büyüten Sayın Bahçeli'nin zihniyetidir'' denildi.

AK Parti'nin, meşruiyetini yurt dışındaki yapay iltifatlarda değil, hukuki zeminlerde ve milletin maşeri vicdanında arayan bir parti olduğu vurgulanan açıklamada, şu görüşlere yer verildi:

''Sayın Başbakanı ve AK Parti kadrolarını, hakaret etmekle, baskı ve şantaj yapmakla ve dayatmalarda bulunmakla itham eden MHP bildirisinin kendisi, esasen baştan sona hakaret, şantaj ve tehditle doludur. AK Parti'yi ve hükümeti tehdit etmekle yetinmeyen Sayın Bahçeli, hızını alamamış medya gruplarının patronlarının adını vererek onları ve bu medya gruplarının çalışanlarını açık bir dille tehdit etmiş ve bu tutumuyla onları hedef haline getirmiştir. Adını andığı medya patronlarının servetlerinin şaibeli olduğunu iddia ederek, insanlara ve kurumlara aleni olarak iftira etmekten çekinmeyen Sayın Bahçeli, AK Parti'nin 'iftira, istismar ve tehditle' siyaset yaptığını iddia edebilecek kadar gülünç bir duruma düşmüştür.

Kamuoyu çok iyi biliyor ki tehdit, şantaj, kaba kuvvet, yumrukları konuşturma, TBMM'de bir milletvekilinin ölümüne sebep olma ve kendi milletvekiline MHP töresi uygulayarak darp etme fiilleri, MHP'nin sabıka kayıtlarında mevcuttur. Aslında kamuoyu, tüm olup bitenlerden dolayı Sayın Bahçeli ve partisinden özür beklerken, bunun aksine MHP, hem vuran, hem bağıran, hem tehdit eden, hem hakaret eden ve bütün bunlar yetmezmiş gibi kendini de haklı gören pişkince bir tavır takınmıştır.

TBMM'de, Peygamberlik müessesesini günlük siyasi polemik malzemesi yapabilecek kadar saygısız ve pervasız hareket edebilen, Sayın Başbakan'ın değerli eşi hanımefendiye dil uzatarak aile mahremiyetini ayaklar altına alan, Sayın Başbakan'ın şahsına haksız ve mesnetsiz bir isnatta bulunarak hakaret eden, kışkırtıcı ve hakaretamiz üslubuyla Meclisi geren MHP'li milletvekiline ve onun bu tutum ve davranışlarına çanak tutan MHP'li Grup Başkanvekillerinin tavırlarına sessiz ve kayıtsız kalarak onay veren ve ayrıca bazı MHP'li milletvekillerinin 'komandoluk' günlerine özenerek Meclis'te terör estirmelerine ses çıkarmayan Sayın Bahçeli'nin bir basın açıklamasıyla AK Parti'ye ve onun liderine saldırması bizi fazlaca şaşırtmamıştır.''

Bahçeli'nin basın açıklamasının, ''tehditler dizisinin yeni bir halkası olduğu'' görüşüne yer verilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

''Bu, ilk değildir ve muhtemelen son da olmayacaktır. Sayın Bahçeli'nin MHP'nin büyük kongresi öncesi yayımladığı tehditkar bildiri gibi bu açıklaması da hasta bir ruhun psikolojisini yansıtmaktadır. Sabırlarının zorlandığından söz eden Sayın Bahçeli, son bir yıldır neredeyse tüm politikalarını hamaset, husumet, hakaret ve tehdit üzerine oturtmuştur. Elbette ki tüm olup bitenler, kamuoyunun gözü önünde cereyan etmekte ve halkımız tüm liderlerin ve siyasi partilerin tutumunu değerlendirmektedir.''

3 Şubat 2010 Çarşamba

Erdoğan: Yaşadıklarımı anlatırsam ülke kaldırmaz

USAK'da verdiği konferansın soru cevap bölümünde eşi Emine Erdoğan’ın GATA’ya alınmamasıyla ilgili konuya değinen Başbakan Erdoğan, üç yıl önce medyana gelen bu olayı gündeme taşımadıklarını belirterek şunları söyledi: "Söyleyecek daha çok şey var. Ama ülkem bunları kaldırmaz. Bazı şeyleri söylemek zaman istiyor"

Erdoğan, eşinin alınmadığı GATA için "benim verdiğim vergi ve paralarla kurulan kurum" ifadesini kullandı.

Erdoğan'ın sözleri şöyle:

"ÜLKEM BUNU KALDIRMAZ"

"Ben eşimin yaşadığı bir olayı anlattım. Üç senedir eşim de ben de bu işleri gündeme taşımadık. Ha gereken yerlere söyledim. Söyleyecek daha çok şeyler var. Ama ben ülkemde gerilim istemiyorum. Bu konuda yaşadığım başka şeyler de var. Bunları belki, biraz daha zaman kazanacak, belki siyasetten çekildikten sonra kaleme alıp belki gündeme getireceğiz. Bunlar da var. Ama ülkem bunları kaldırmaz. Onun için bazı şeyleri söylemek zaman istiyor.

LAİKLİK BUNUN GÜVENCESİ DEĞİL Mİ?

Ama bunun zamanı gelmişti. Benim ülkemde çok önemli sanatçı hasta yatağında ve benim eşim ziyarete gitmek istiyor. Eşini arıyor, “Memnuniyetle” diyor. Biraz sonra tekrar dönüyor, “Emine hanım böyle böyle oldu. Ne olur biz sizinle dışarıda buluşalım.” Diyor. Ve dışarıda görüşmeyi yapıyorlar.
Şimdi bunun akılla, izanla, bir kurumsal yaklaşımla izahı olabilir mi? Bunu neyle izah edeceksiniz. Hangi özgürlük çerçevesinde bunu bir tanıma oturtacaksınız. Bunun demokrasiyle, laiklikle, hukuk devletiyle yakından uzaktan alakası olabilir mi? Laiklik bunun güvencesiyken, burada bir engelle karşılaşıyorsunuz.

"VERGİLERİMİZLE OLUŞAN KURUM"

Ve benim vergisini vermek suretiyle, parasını vermek suretiyle her şeyiyle oluşturduğumuz bir kurumun hastanesinde siz “başbakanın eşini burada bu ziyarete gelmesin. Burada farklı durumlar ortaya çıkabilir. Gerginleşme olabilir. Şu olur bu olur” gibi şeylerle engellemeye kalkıyorsunuz. Ha biz bu işin üzerine gidemez miydik? Gidebilirdik. Ama orada sadece eşimin gözyaşlarına mahkum olarak kaldık”

Akşamki kavga Meclis tutanaklarında

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Bayram Özçelik (Burdur), Harun TÜFEKCİ (Konya)

-----0-----

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 55'inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Bu kısımda yer alan, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 21 milletvekilinin, çalışma hayatındaki sorunlara ve ilgili kesimlere duyarsız kaldığı, görev ve sorumluluklarını yerine getirmediği iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer Hakkında Anayasa'nın 99'uncu ve İç Tüzük'ün 106'ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına İlişkin (11/9) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

1.- Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 21 Milletvekilinin, Çalışma Hayatındaki Sorunlara ve İlgili Kesimlere Duyarsız Kaldığı, Görev ve Sorumluluklarını Yerine Getirmediği İddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer Hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı Maddeleri Uyarınca Bir Gensoru Açılmasına İlişkin Önergesi (11/9)

BAŞKAN - Hükûmet? Burada.

Önerge daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve Genel Kurulun 26/1/2010 tarihli 52'nci Birleşiminde okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa'nın 99'uncu maddesine göre, bu görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasi parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri önerge sahibi için on dakika, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Önerge sahibi Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş; gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Yozgat Milletvekili Mehmet Ekici, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Çetin Soysal.

Şimdi ilk söz önerge sahibi olarak Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş'a ait.

Buyurunuz Sayın Durmuş. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

34

________________________________________

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi grup başkan vekillerinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıyla ilgili verdiği gensoru önergesi üzerinde konuşmak üzere söz aldım.

Çalışma hayatı herkesin hakkı ve ödevidir. Anayasa'mızın 49'uncu maddesinin öngördüğü "Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbir alır." diyor Anayasa'nın 49'uncu maddesi.

Şimdi soruyorum: AKP İktidarı çalışanların hayat seviyesini yükseltiyor mu? Sanal rakamlarla enflasyonu düşük gösteriyor, çalışanı ve emekliyi üç yıl unutup, sonra yaptığı zammı göklere çıkarıyor. 7,3 milyon emekliye 63 lira ile 101 lira artış yapmış, emekliyi ihya ettiğini zannediyor. Bu paranın üstüne kömür parası ve gıda yardımını ekleseniz de... Vatandaş gıdayı, Başbakanın tabiriyle, sokak arası bakkaldan alsaydı ya AKP'li gıda toptancısı batar mıydı? Bakkal da nasılsa toptancıdan almayacak mı? Olmaz, illa da AKP toptancısı olacak, para dışarıya akmayacak. Dışarısı bu ülkenin insanı, esnafı değil mi? Bedava kitap da böyle, bu şekilde değil mi? Para AKP'liye akacak. Peki, AKP'li olmayan ne olacak? Yoksulluktan ölsün mü?

Başbakan söylüyor: "Artık eskisi gibi sokak arasındaki bakkallar yaşayamaz. Belki bir araya gelip hipermarket kuracaklar." Sen bakkalın ve ondan veresiye mal alan yoksulun Başbakanı değil misin? Küçük esnafı istismar ettin, iktidara geldin, şimdi "Ben oynamıyorum." diyorsun. "Küresel kartellerin adamıyım." diyorsun. Hipermarketleri şehir dışına çıkarmayı bırak "Bakkalı yok edelim." diyorsun.

Hani kardeştik? Hani Müslüman'dık? "Komşusu açken kendisi tok olan bizden değildir." diyen peygamberin ümmeti değil miydik? Kendisi siftah ettiğinde "Komşum siftah etmedi onu da komşumdan al." diyen ahi geleneği ne oldu?

Her konuda tekel oluşturuyorsunuz. Eczaneler kapanacak, zincir tekel eczaneler, "drug store"lar açılacak, muayenehaneler, poliklinikler kapanacak, tıp merkezleri, dal merkez ve hastaneleri ya batacak ya da kapanacak, hısım akrabanın zincir hastaneleri hâkim olacak.

25 liraya paket uygulaması yapıyorsun Sayın Bakan. Doktor muayenesi, röntgen filmlerinin bütünü, biyokimya tetkikleri ve ultrasonu hangi yiğit AKP'li hilesiz başaracak? Bunun sorumlusu Ömer Çelik'tir. Bu paranın içinde kira var, çalışan personelin ücreti var, sigortası var, ÖTV'si var, vergisi var. Başka, bu merkezler nasıl kapanacak? Bu sizin başarınızdır Sayın Bakan. Sayın Bakan, batırmakta ve kapatmakta üstünüze yok.

1.300 kamu hastanesi 400 hastane birliğine dönüşecek, yönetimi Ticaret ve Sanayi Odasındaki yandaşlara bırakılacak. Hani -hatırlayın- Dustin Hoffman'ın bir filmi vardı: "Kramer Kramere Karşı." Hani geçenki konuşmamda "Sayın Akdağ alamaz, küresel güçlerin adamıydı." demiştim. Şimdi, Sayın Başbakan, ben daha iyi adamıyım diyor. O hâlde vizyondaki filmin adı "Recep Recep'e Karşı" olsa gerek. Yaşasın küresel sermaye, yok olsun dar gelirli. Başbakana göre hayatın gerçeği bu.

Kâr eden Tekelin alkol bölümünü 280 milyona sattılar, iki ay sonra 930 milyona başkasına devrettiler. Bunun hesabını Recep Tayyip Erdoğan verecek. Aradaki rant karşılığı Tayyip Bey'in çıkarı nedir? Bu hesabı günü geldiğinde kafa tuttuğu Anayasa Mahkemesinde verecek tabii.

Telekom'un yüzde 14'ünü gizlice devredeceksin, "Komisyon ne kadar?" diye sorana kızacaksın. Sonra Telekom çalışanlarına ve Tekel çalışanlarına "Yan gelip yatmak yok. İşinize gelirse 4/C alırsınız, işinize gelmezse C-4 alırsınız." diyeceksin. Anayasa'nın 49'uncu maddesi Başbakan tarafından açıkça ihlal edilmektedir. Sosyal Güvenlik Bakanı da bu suça fiilen iştirak etmektedir. Bu bakanların -üzülerek ifade ediyorum- kendi iradesi olsa, önce -biraz evvel eleştiriyorsunuz- Ömer Dinçer'i suçlamamız gerekirdi. Anayasa'nın 49'uncu maddesinde hükûmetin çalışmasını engelleyen bir şey var mı? Yok. Çalışanı koruyor, emeği koruyor, temel hak ve özgürlüğe sahip çıkıyor.

Çalışanı nasıl korursun? Kâr eden kurumları satarak değil, geliştirerek korursunuz. Alkollü bölümleri de, sigara üreten fabrikalar da kâr ediyordu. Tekel kâr ettiği için ona göz diken küresel sermaye ve onların distribütörleri buraları sattırdı ve satın aldı, böylece küresel sivil tekel oluşturuldu. "Bunları özelleştireceğim ve çalışanların hakkını sonuna kadar koruyacağım." diyen Başbakan sözünün eri değildir, Tekel işçilerini açlığa, yoksulluğa mahkûm etmiştir.

Tokat Sigara Fabrikasına eski tezgâhları satan, İspanya'dan boyatıp getirip satan yandaşının foyasını Tütün Kurulu açığa çıkarınca, AKP'lilerin çıkarı bozulunca fabrikayı sattılar. Önce iş yerlerini sattılar, sonra da bu milleti unutkan sanıp, iş yerlerini ellerinden aldığınız işçilerin ekmeğini verdiğiniz sivil küresel tekeli görmezden gelip "Kimseye yetimin hakkını yedirmem." diyorsunuz. Yalanın bu kadarına pes doğrusu!

Özelleştirme bütün dünyada verimlilik ve tam istihdamı yakalamak için yapılıyor. Siz ne yapıyorsunuz? Kâr eden kuruluşları yok pahasına satıyorsunuz. Hükümetiniz zamanında kamudan özel sektöre devrettiğiniz iş yerlerinde işsizlik doğmasına neden oluyorsunuz ve bu yeni işsizlik durumuna da asla vicdan azabı duymadığınız gibi merhametli davranmaktan bahsediyorsunuz.

Daha önce 2002 yılına kadar gidiyordunuz, bugün grupta konuşurken 1992'ye kadar uzandınız. Köy Hizmetlerinin devri sonrası kadrosuz, kadrolu 45 bin çalışanı, 57'nci Hükûmet, kadro vererek,

35

________________________________________

özlük haklarını koruyarak Özel İdareye devretti. Bunları da söyleyip kadirşinaslık yapsaydınız ya. Bu kıskançlık sizi çatlatacak. İki ekonomik kriz sonrası batan iş yerleri dolayısıyla işsiz kalan vatandaşları korumak için İşsizlik Sigorta Fonunu kurduk, orada 47 milyar Türk Lirası toplandı. Bu paranın 8 milyar dolarını "GAP'a yatırım yapacağız." dediniz, seçimde kullandınız ve üzülerek ifade ediyorum, bunun "5 katrilyon" unu güneydoğuya seçim almak için aktardığınızı bir önceki Sosyal Güvenlik Bakanından bizzat işittim.

Anayasa'ya ve çalışana saygısı olan ve vicdan ve ahlak sahibi devlet adamı Anayasa'nın 49'uncu maddesini ihlal etmez. Ancak başkasının aşında gözü olanlar zemheri ayında Tekel işçilerini elli gün sokakta süründürürler.

Eczacılara zulüm yapmak -bilmiyorum, Başbakanın talebi mi Sayın Bakan- Bu meslek grubunu sindirmek için uyguladığınız bir zulümdür. Bu hesabı vermek zorundasınız. "Zincir eczanelerde bakkal çırağı çalışacak değil ya, eczacılar tezgâhtarlık yapacak." diyen grup başkan vekilinize ne demeli?

Hele beyaz gömlekli doktorlar yok mu? Nejat Uygur'u ziyaret etmek isteyen hanımefendiye "Gülhane'ye gelmeyin." demişler. Sizi beyaz gömlekliler sizi! Üç beş kuruşu görünce kendinizi ne sanıyorsunuz? Peygamber olarak anılan bir Başbakanın eşini nasıl kabul etmezsiniz? Üç beş kuruş paranıza mı güveniyorsunuz? Sizin muayenehanelerinizi kapatsın da bir görün. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Ne alaka? Ayıp, ayıp.

AHMET YENİ (Samsun) - Ayıp, ayıp.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Başbakana kafa tutmak neymiş, bir görün. Toplu sözleşme vaadiyle aldatılan memur aylarca süründürülüyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Bu saptırmalar hiç yakışmıyor.

BAŞKAN - Sayın Durmuş, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) - "Bir sivil vesayet, bir sivil faşizm çıkardınız, asıl yargı vesayeti var." diyor Başbakan. Meclis Başkanı kim oluyor? Muhalefet liderleri kim oluyor? Hepsini bir çırpıda azarlar ve karalar, kendince susturur. Başbakanın çıkardığı kanunu siz nasıl iade edersiniz Anayasa Mahkemesi üyeleri? Sizin peşinize dinleme ekibi takarsa, görürsünüz. Arınç konuşursa ne Danıştay kalır ne Arınç.

Sayın Dinçer, siz Yerel Yönetimler Yasası'nın mucidi olarak bu PKK açılımına akıl hocası değilsiniz sanırım. Eğer öyleyse Yüce Divan otobüsünün şoför mahallinde yeriniz hazırdır bunu bilesiniz. Ehliyet ve liyakatin...

ZEYİD ASLAN (Tokat) - Boş konuşuyorsun boş.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Doldurayım, peki doldurayım.

2009 yılı bütçesinde -şimdi dolduruyorum madem öyle- 2009 yılı bütçe büyüklüğü 143 milyar TL olarak tahmin edilmiştir. Gerçekleşme gelirleri esas alındığında 84 milyar 355 milyon TL.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen sözlerinizi bağlayınız.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Toplam gider esas alındığında 105 milyar 753 milyon TL olarak gerçekleşmiş. Bu ne büyük yanılgı. Neresinden bakarsanız bakın yüzde 40 yanılma payı söz konusu.

Sayın Bakanın verilerine göre 3 milyon 180 bin işçi sendikalıdır. Kayıt dışılık yüzde 48. Mart 2008 tarihine kadar 23,2 milyar prim asıl alacağı varken bu cezalar, gecikmeler iptal ediliyor, 14,6 milyar alacak. Ancak bunun 7,4 milyarı tahsil ediliyor. Ekleyin Faruk Çelik zamanında tahsil edilemeyen 45 milyar TL'ye. Tahsil edilemeyen prim miktarı 52,2 milyar TL. Çalışanların yarısı kayıt dışı, kayıtlı çalışanların 52,2 milyar TL primi alınamıyor.

Değerli milletvekilleri, sağlıkçılar hangi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Durmuş, ek süreniz de doldu. Lütfen selamlayın Genel Kurulu.

Buyurun.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) - Tamam efendim.

Değerli milletvekilleri, üniversite hastaneleri elektrik, doğal gaz, 4/C'li personel maaşı ve hekimlerin maaşı kâğıt üzerindeki artan sanal dönerden verilirse yüzde 125 veren Ankara Üniversitesi yüzde 60 olarak verecek.

AKP'nin söylediği yalan, yaptığı talan. Benim söyleyeceğim budur.

"Sayın Bakan, bu icraatlara ortak olmak istemiyorsanız, Başbakanın yanlışlarına ortak olmak istemiyorsanız önergemizin sonucunu beklemeden derhâl istifa edin, kendinizi Yüce Divana gitmekten kurtarın." diyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Durmuş.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Yozgat Milletvekili Mehmet Ekici.

Buyurunuz Sayın Ekici. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET EKİCİ (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çalışma hayatında son dönemde yaşanan birçok problemin kaynağı olarak gördüğümüz ve çözümler

36

________________________________________

üretme konusunda duyarsız ve yetersiz bulduğumuz Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Ömer Dinçer hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu mensubu arkadaşlarımla birlikte vermiş olduğumuz gensoruyla ilgili görüşlerimi ifade etmek üzere huzurlarınızdayım. Bu vesile ile yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizde son dönemde çalışma hayatı giderek barış ortamından uzaklaşmış ve "çatışma hayatı" olmaya başlamıştır. İktidar gücünü elinde bulunduran Hükûmet ve çalışma hayatından sorumlu Sayın Bakan bu gidişe "Dur!" diyecek herhangi bir adım niyeti ortaya koymadığı gibi, aksine, ortamı daha da germeye ve bu yolla başka konularda ve alanlarda olduğu gibi çalışma hayatında da ayrışmaya ve çatışmaya zemin hazırlamıştır. Her platformda uzlaşmadan, diyalogdan, hoşgörüden bahseden Sayın Başbakan ve Sayın Bakan konu çalışanların haklarına, işçilerimizin çektikleri sıkıntılara, emeklilerimizin malum ekonomik hayat şartlarına, asgari ücretlilerimizin meşhur çay-simit hesabına gelince bu konuların konuşulacağı, görüşüleceği yerlerden kaçmaktadır. Kendi partisinin düzenlediği toplantılarda arzı endam ederek, çektiği sıkıntıyla feryat eden bu insanlarımızı partililerine şikâyet edip alkışlarla durumu idare etmeye çalışmaktadır. Ancak ne yazık ki çalışma hayatında hiçbir şey olumlu gitmemektedir.

Değerli milletvekilleri, 3146 sayılı Kanun'un 2'nci maddesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının görevleri on altı başlık hâlinde, madde madde ve çok net olarak sayılmıştır. Bunlardan çok önemli bulduğum birkaç maddeyi sizlerle paylaşmak istiyorum:

Birincisi: Çalışma hayatını düzenleyici, işçi-işveren ilişkilerinde çalışma barışının sağlanmasını kolaylaştırıcı ve koruyucu tedbirler almak.

Bir başka görev: Çalışma hayatındaki mevcut ve muhtemel meseleleri ve çözüm yollarını araştırmak.

Bir başka görev: İstihdamı ve tam çalışmayı sağlayacak, çalışanların hayat seviyesini yükseltecek tedbirleri almak, çalışma hayatını denetlemek, sosyal adalet ve sosyal refahın gerçekleşmesi için gerekli tedbirleri almak.

Şimdi, bu maddelere baktığınız zaman Kanun, Çalışma Bakanına Kabine içerisinde bir hükümranlık yetkisi verdiği kadar bir pozitif iyi niyet ajanlığını da görev olarak veriyor yani işçinin lehine, çalışan lehine pozitif bir misyon yüklüyor Çalışma Bakanına. Biz Sayın Çalışma Bakanının bu misyonu yeteri kadar özümsediği kanaatinde değiliz. Her bir maddeyi ayrı ayrı ve içinize sindirerek değerlendirdiğinizde de görüyorsunuz ki maalesef Bakan bu görevleri yerine layıkıyla getirememektedir. İşçiler, memurlar, emekliler, işverenler, sendikalar, meslek kuruluşları, çalışma hayatında aklımıza gelen her kesimin problemleri giderek artmaktadır, daha da vahimi giderek çözümsüzlüğe itilmekte, insanlarımız çaresizleşmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde yaşanan son gelişmeler ve Sayın Bakanın muhtelif zamanlarda tekrarladığı ifadeler, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının Kanun'un öngördüğü görevleri layıkıyla yerine getirememiş olduğunu göstermektedir. Özellikle memurlar, işçiler ve memur emeklilerine 2010 yılı için yapılması planlanan maaş artışlarının 2010 yılı enflasyon hedefinin dahi altında tutulması karşısında herhangi bir tedbir alamayan Sayın Bakan, 3146 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine aykırı hareket etmiş, çalışanların hayat seviyesini yükseltecek hiçbir tedbir almamıştır.

Yine, Bakanlık, Kanun'un kendisini zorunlu kıldığı istihdamı artırma, çalışanların refah seviyesini yükümlülüğünü yerine getirmek için, bu yönde Türkiye Büyük Millet Meclisine hiçbir teklif sunamamış, bir program önerisi getirememiştir.

10 Kasım 2009 tarihinde "2,5 milyon civarındaki memurun yüzde 36'sı vasıfsız, yüzde 11'i ise kamuya hizmet üretmiyor." diyerek işe alınışları, göreve başlamaları, terfi ve tayinleri kanunla belirlenmiş olan kamu görevlilerinin kanunun gerektirdiği şartları taşımadığını belirtmiştir. Yapılan bu beyanatın özü bir taraftan kamu görevlilerine hakaret içerse de diğer taraftan, kamu görevlilerinin hizmete başladıktan sonra gerekli mesleki eğitimlerden mahrum bırakıldığını göstermesi bakımından da önemlidir. Çalışanların mesleki eğitimlerinin sağlanması görevinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının görevi olduğu da açıktır.

Sayın Bakan İŞKUR Genel Kurulunda 23 Kasım 2009'da yaptığı görüşmede "Sendikalar sorumsuz ve vizyonsuz, yeni vizyon geliştirmiyor, AB ve ILO normlarını gözetmiyorlar." diyerek mevcut durumdan çalışan örgütleri sorumlu tutmuştur. Oysa Türkiye, 2009 yılında ILO'nun en ağır yaptırımlarından biri olan "teknik yardım dayatılan ülke" konumuna sendikaların faaliyeti münasebetiyle düşmemiştir, sendikal özgürlüklerin önüne siyasi irade tarafından konulan engeller nedeniyle düşmüştür. Memurlarımız yıllardır, Sayın Bakanın üyesi olduğu Hükûmetin, Sendikalar Kanunu'nu ILO ve AB standartlarına uygun hâle getirmesini beklemektedir.

Değerli milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının görevleri arasında çalışma hayatını düzenleyici, işçi-işveren ilişkilerinde çalışma barışının sağlanmasını kolaylaştırıcı ve koruyu tedbirleri almak da bulunmaktadır. Ancak, yapılan uygulamalar ve verilen demeçler, çalışma hayatını düzenlemek yerine düzensiz hâle getirmek, çalışma barışını sağlamak yerine çatışmayı körüklemek yolundadır. Özellikle ülkemizde memur sendikacılığının içinde bulunduğu durum ve memur sendikalarına yapılan uygulama artık trajik bir hâl almıştır. Halbuki AKP, büyük bir törenle sunduğu Acil Eylem Planında, örgütlenme özgürlüğünün önünü açacağını, sendikalaşmayı teşvik edeceğini, kamu görevlilerinin grevli ve toplu sözleşmeli sendikal haklar ve özgürlüklere kavuşturulması için gerekli

37

________________________________________

mevzuat değişikliklerini gerçekleştireceğini vaat etmişti, hatta Sayın Başbakan, 2004 yılında, "Size grev ve toplu sözleşme hakkı vereceğiz, daha ne söylüyorsunuz, ne istiyorsunuz" demişti. Şimdi soruyorum; bunlar gerçekleşti mi?

Yine, Sayın Bakanın dikkat etmesi gereken bir husus daha var: Değerli arkadaşlarım, demokrasi, en çok oy alan siyasal iktidarın, uygulamalarda farklı statü ve düşüncedeki kesimlerin de görüşünü alarak adil bir yönetim sergilemesiyle mümkün olduğunu bilmesi gerek; ancak Bakanlık, üçlü danışma kurulu mekanizmasını özellikle memurlar adına işletmeyerek ülkemizdeki demokrasi ve sosyal diyalog ortamını da baltalamaktadır.

Sendikaları sorumsuzluk ve vizyonsuzlukla suçlayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, çalışma hayatımızda ilk kez işçi ve işveren konfederasyonunun ortak yazılı açıklamasıyla kınanmış bakan olma şerefine nail olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, bu öz eleştiri ve önerilerden yararlanmak yerine işçi ve işveren sendikalarını suçlayıcı üslup ile yıllardır kurulmaya çalışılan diyalog ortamının kurumsallaştırılmasını gayretlerini görmezden gelerek ve hem üslup ve hem de eleştiri boyutunun ötesinde ve yapıcı olmaktan uzak önyargılı bir çatışma kültürünün ifadesini görmek istiyorsanız Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına bakmanız yeterlidir.

Saygıdeğer milletvekilleri, bir başka garabet daha oynanmaktadır; iş kollarında yetkili sendikanın belirlenmesi amacıyla bu iktidar döneminde yapılan düzenlemeler tam anlamıyla fiyaskodur. 18 Şubat 2009 tarihinde, yani AKP iktidarında, 5838 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 6'ncı maddesi ile "Bakanlık; yetkili sendikanın belirlenmesinde ve istatistiklerin düzenlenmesinde, kendisine gönderilen üyelik ve istifa bildirimleri ile Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan işçi bildirimlerini esas alır." şeklinde bir düzenleme yapmıştır. Bu düzenlemeyi de 5838 sayılı Kanun'un bu yönetmeliği ile de 21 Temmuz 2009'da yürürlüğe sokmuştur.

2822 sayılı Kanun'un 12'nci maddesi "Bir işkolunda çalışan işçilerin yüzde onunun tespitinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca her yıl Ocak ve Temmuz aylarında yayımlanacak istatistikler esas alınır." şeklinde bir düzenleme yapılmıştır ancak Bakanlık, ocak ayında yayınlanması gereken istatistiklerin yayımını, yani her yıl ocak ve temmuz aylarının 17'nci günü olmasına rağmen, 2010 Ocak ayı istatistiklerini henüz yayımlamamış, bugünden sonra da yayımlamayacaktır çünkü Sayın Salih Kapusuz ile bu tür acil kanunların acil imzası hâline gelmiş Saygıdeğer Milletvekili Sayın Veysi Kaynak'ın teklifleri ile 5/5/1983 tarih ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu'nun 12'nci maddesinin üçüncü fıkrası "Bakanlık; yetkili sendikanın belirlenmesinde ve istatistiklerin düzenlenmesinde, 1/8/2010 tarihinden itibaren kendisine gönderilen üyelik ve istifa bildirimleri ile Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan işçi bildirimlerini esas alır. Bu tarihe kadar Bakanlıkça yayımlanmış bulunan en son işçi ve üye istatistikleri geçerlidir." şeklinde değiştirmiştir.

Bu değişiklik şuna işaret eder saygıdeğer milletvekilleri: Hükûmet, kendi yaptığı kanunundan bir yıl sonra rücu etmiştir. Açıkça söylüyorum: Yandaşı bir sendikanın teklifini kanunlaştırarak aczini ortaya koymuştur. 124 bin üyeli 42 bağımsız sendikayı sözleşme yapamaz hâlde kapsam dışına atmıştır ve bugün "sendikayım" diye gezen sarı sendikaların 2011'e kadar ömrünü ve hükümranlığını artırmıştır. Bu skandalla kalsa iyi, bir başka skandal daha var. 17 Temmuz 2009 tarih ve 27291 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan iş kollarındaki işçi sayıları ve sendikaların üye sayılarına ilişkin istatistik rakamlarında, belki de Bakanlık bir imkânsızı başarmış ve bir iş kolundaki toplam işçi sayısından daha fazla sendikalı üye bildirmiştir. Tarım ve ormancılık, avcılık ve balıkçılık iş kolunda toplam işçi sayısı 96.682 olarak gösterilmiş iken bu iş kolunda faaliyet gösteren toplam 6 sendikanın kayıtlı işçi sayısı toplamı 137.741 olarak ilan edilmiştir. Bu, kelimenin tam anlamıyla bir skandaldır, Sayın Bakan sizi tebrik ediyorum. Böyle, 96 bin işçiyi 137 bin sendikalı olarak göstermek müthiş bir olaydır.

Ayrıca, Hükûmet, bütün bu olumsuzlukları geçiştirmek için yetkili sendika belirlenmesinde bir yıl önce çıkarılmış kanunu inkâr etmiş ve daha önce bahsettiğim 18/1/2010 tarihinde verilmiş bir kanun teklifiyle eskiye dönüş yapmıştır. Bu yolla, 2010 Temmuzunu ve 2011 Ocak dönemlerini mevcut durumla geçiştirdiniz, hayırlı olsun. İş birliği yaptığınız sendikalar var. Çıktınız Plan ve Bütçede birtakım imzaları da gösterdiniz ama bu eylemi yapmakla, kanun koruyucu olmak durumunda olan Sayın Çalışma Bakanı iş birlikçi konumuna düşmüştür, yolsuzlukta ve haksızlıkta iş birlikçi konumuna düşmüştür. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Soruşturmalık aslında.

MEHMET EKİCİ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, ülkemizin temel ve kronik sorunu işsizliktir. İşsizlik, diğer tüm sorunların da ana kaynağıdır. Kayıt dışı ekonomi de işsizliği beslemekte ve aynı zamanda işsizlikten de beslenmektedir. Tüm ekonomik ve sosyal politikaların istihdamı artırmayı hedefleyen ve odağında insan olan politikalar hâline getirilmesi gerekmekteyken, ülkemizde işsizliği önleyici yeterli önlem alınmamakta, bunun yanı sıra, işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalan işçilerin mücadelesi de gözden kaçırılmaktadır. Kamuoyunda "kiralık işçilik" olarak bilinen ve özel istihdam bürolarına, istihdam ettikleri işçileri başka işverenlere kiralama yetkisi veren düzenleme Sayın Cumhurbaşkanı tarafından iade edilmiştir ama bu iadeye rağmen, Çalışma Bakanı, birçok konuşmasında konunun yeniden gündeme getirilmesi konusundaki ısrarını sürdürmektedir. İşçileri bir meta hâline getirecek bu düzenlemeye Türkiye kamuoyu ve işçi konfederasyonları karşı çıkmış, bu

38

________________________________________

düzenlemenin Türkiye gündeminden çıkarılmasını istemiştir. "Güvencesiz esneklik" yaklaşımı ülkemiz şartlarında işçilerimizi köleleştirmeye yönelik politikalar olarak görülmekte ve yapılan uygulamalar ile bu görüş desteklenmektedir.

Elimde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulunun yaptığı bir araştırma raporu var. Bakın, kiralık işçi olarak ve taşeron işçi olarak çalıştırılanların, PTT kurumlarında kiralık işçi olarak çalıştırılanların yıllık izin kullanamadıklarını ve haklarının gasbedildiğini iş müfettişleri tespit etmiş. Sayın Bakanın bu konuda yaptığı bir soruşturma var mıdır, bunu merak ediyorum.

Bir başka konu da meşhur Tekel direnişidir. Buradan, bu kürsüden bir milletvekili olarak, eylemlerinin, hak arama mücadelelerinin 51'inci gününde olan Tekel işçilerine selam gönderiyorum. Mücadeleleri haklı bir mücadeledir, mücadeleleri ideolojik değil, ekmek arama, hak arama, çocuklarının geleceğinin hak arama mücadelesidir. Bu noktada bir milletvekili olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin sorumlu bir vatandaşı olarak bu mücadelelerinin de sonuna kadar arkalarında olduğumu ifade ediyorum. Ancak, bakınız, bugün Sayın Başbakanı dinledik, Sayın Başbakanın bugün Tekel konusunda verdiği bilgilerin önemli bir bölümü yanlış olmakla birlikte -umarım yanlış bilgilendirilmiştir- ama tehdit kokan da bir ifade sezdik. "Demokratik duruşumuz gereği bir ay daha tahammül edeceğiz." demek Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının ağzına yakışan bir ifade değildir. (MHP sıralarından alkışlar) Çünkü o Başbakan o Tekel işçisinin de başbakanıdır.

Yine bu süreçte bir başka garabeti daha yaşadık. Sayın Başbakan Tekel işçileriyle görüşüyordu. Konuyla ilgisi bakımından söylüyorum. Sayın Başbakanın ifadesiyle, Sayın Maliye Bakanını ve Devlet Bakanı Sayın Hayati Yazıcı Bey'i, Başbakan Yardımcısını heyette gördük. Ama bu işlerin asıl sorumlusu olan Çalışma Bakanlığı neredeydi? İlk görüşme trafiğinde rastlamadık. İkinci görüşme trafiğinde de televizyonun alt köşesinden elini görmek nasip oldu! Bu işi kim yapacak, kim düzeltecek? Biz bütçe konuşmalarında Sayın Bakandan rica ettik: "Eğer tarihe işçi ve memur dostu bir bakan olarak geçmek istiyorsanız hiç olmazsa Çalışma Genel Müdürünüzü bu işçilere gönderin." diye ricada bulunduk bu kürsüden bütçe görüşmelerinde. Ama Sayın Çalışma Bakanı çalışma hayatının hiçbir yerinde yok. Onun için Sayın Çalışma Bakanı bu Tekel işçilerini de anlamak durumunda değil, anlayamıyor, kanunun kendisine gösterdiği mükellefiyetleri de yerine getirmekten son derece aciz durumdadır maalesef.

Değerli arkadaşlarım, asgari ücret konusu, asgari ücretin tespiti konusunda Sayın Bakan Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantılarına katılmayarak, işveren kesimiyle anlaşarak, asgari ücreti sefalet ücreti olarak belirlemiş ve İŞKUR Genel Kurulu gibi sivil toplum örgütlerine açık olması gereken bir yerde sendikalara, yani İŞKUR'u asıl oluşturacak güç odağına beşer dakika sınırlama yaparak da teamül dışı bir eyleme de imza atmış bir Sayın Bakandır.

Dolayısıyla, bu gensoru önergesinin haklı gerekçelere dayanan, haklı gerekçeler üzerine kurulmuş bir gensoru olduğunu lütfen anlamanızı rica ediyorum. Bu işin particilik boyutu ayrıdır, siyaset boyutu ayrıdır. Ama eğer bugün Sayın Başbakanın ağzından duyduğumuz laflar bir ay sonra eylemdeki Tekel işçisine, altı ay sonra özelleştirilen Şeker işçilerine uygulanacak bir şiddeti işaret ediyorsa ve bu şiddet işaretine Sayın Çalışma Bakanı bir tedbir almıyorsa, bu mesele bir parti meselesi olmanın ötesine geçmiş bir mesele olarak Genel Kurulca algılanması gereken bir boyut kazanır.

Onun için, lütfen işçiyi anlayalım, lütfen emekliyi anlayalım, lütfen dar gelirli vatandaşın ne çektiğini anlayalım ve kanuni düzenlemeleri yapmaktan bihaber Sayın Bakana görevlerini hatırlatalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

MEHMET EKİCİ (Devamla) - Tamamlıyorum efendim.

Doğru olan, Sayın Bakanın istifa etmesidir. Yani sadece Sayın Başbakanın komisyona bile almaması bir istifa gerekçesidir de bizde ama Sayın Bakan görevlerini yerine getirmiyor, istifa etmelidir.

Burada çıkacak, elbette kendini de savunacak, saygıyla da dinleyeceğiz ama kendisinden bir ricam var: İşine geldiği zaman Cilalı Taş Devri'ne kadar uzanarak gerekçe aramasın. Yüzde 47 oy almış bir siyasi partisiniz, Mecliste 350'ye yakın milletvekiliniz var, kanun çıkarma yeteneğine sahip, hiç ortak aramadan kanun çıkarma yeteneğine sahip ve atama yapma kudretine sahip bir iktidarsınız. Bunun karşılığını, size burada yapılan eleştirileri, size burada yapılan iyi niyetli eleştirileri "partizanlık" başlığı altında ele almayın; rica ediyorum sizlerden, Sayın Genel Kuruldan rica ediyorum, partizanlık boyutunda ele almayalım ve Cilalı Taş Devri'ne kadar uzanacak, geriye dönük yedi yıllık iktidarı bir kenara...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen bağlayınız.

MEHMET EKİCİ (Devamla) - Tamam efendim.

Teşekkür ederim.

...savunmalarla da lütfen kamuoyunu oyalamayın çünkü bu Taş Devri'ne kadar uzanan savunmaları muhalefet yutmuyor, Türk milleti yutmuyor, iktidara da hiçbir faydası yoktur.

Yüce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Ekici.

39

________________________________________

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Çetin Soysal.

Buyurunuz Sayın Soysal. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ÇETİN SOYSAL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada Sosyal Güvenlik Bakanı ile ilgili verilen gensoruyu görüşüyoruz.

Tabii, sosyal güvenlik, emeğe, alın terine sahip çıkmak, iş kazalarına önlem almak, insanın insanca yaşayabileceği toplumsal yapıyı kurmak, düzenlemek ve sosyal güvenlik şemsiyesi altında tüm yurttaşlarımızın geleceğini sağlamak demek ama bugün ülkemizde ne yazık ki Bakanlığın adı var, kendi yok. Sosyal güvenlik, sosyal devletle olur. Girmek için uğraştığımız Avrupa Birliğindeki çalışma ve sosyal güvenlik normlarını ele aldığımızda Türkiye'nin ne kadar uzak olduğunu görüyoruz.

Yaptığınız Sosyal Güvenlik Yasası'yla çalışana dönük haksızlık, ihanet yasası olarak hayatımıza girdi. Biz o zamanlar "İnsanları açlığa, yoksulluğa mahkûm edecek bir yasadır." demiştik, "Bu, ihanet yasadır." demiştik. İşte yaptığınız ihanetler: "Hastanede yatan hastalardan katılım payı alınmasın." dedik, kabul etmediniz. "Ölen sigortalının dul eşine eskiden olduğu gibi eşinin maaşının yüzde 75'i ödensin." dedik, yüzde 50'ye indirdiniz. "İşsiz kalan vatandaşlarımızın sağlık sigortası primi ile emeklilik primleri işsizlik sigortasından ödensin." dedik, karşı çıktınız. "Çocukların anne sütüyle beslenmesi çok önemli." dedik, "Anneye 1.386 lira emzirme yardımı yapılsın." dedik, emzirme yardımını 70 liraya düşürdünüz. Ağır ve tehlikeli işlerde çalışanlar, gazeteciler, yıpranma hakkından yararlanıyorlardı; bu hakkı sınırladınız. Biz "Yıpranma hakkından yararlananlar bu haklarını emekli oluncaya kadar sürdürebilsin." dedik yani "Kazanılmış hakları koruyalım." dedik, karşı çıktınız. "Muhtarların sosyal sigortalar primini devlet ödesin." dedik, "Seçimle gelen herkes sigortalı olsun." dedik, muhtarları mağdur ettiniz. "Sosyal güvenlik destek primini kaldırmıyorsanız bari yüzde 15'e çıkarmayın, yüzde 10'da kalsın." dedik, reddettiniz. "Sosyal güvenlik sisteminde reform yapacaksınız, reforma önce bu alanda, yani kayıt dışı çalışanları kayda alarak başlayın." dedik, kabul etmediniz.

Bugün Türkiye'de milyonlarca çocuk yatağa aç girmektedir. "Açlık sınırı altındaki ailelere onların onurunu koruyarak yardım edilsin." dedik ve "Müslümanlıkta sağ elin verdiğini sol el görmeyecek kuralı vardır." dedik, "Yoksulları teşhir ederek yapılan yardımlar tüm çağdaş ülkelerde reddedilmektedir." dedik ve "Biz çağdaş ülkelerdeki gibi yoksullukla mücadele edelim, yoksullukla kurumsal mücadelenin yolunu açmak için aile sigortası uygulamasını getirelim." dedik, reddettiniz.

İşte siz, böyle bir sosyal ihanet yasasını çıkardınız. Siz de biliyorsunuz ki, yasanın asıl adı Sosyal Güvenlik Yasası değil, sosyal ihanet yasasıdır. İşçiye ihanettir, emekçiye ihanettir, alın terine ihanettir. Bu ülkenin, alın teriyle geçimini sağlayan gerçek hak sahiplerine ihanettir.

Bakın bunlar kimler: Yalnızca 2009 yılında 92 maden işçisi, işinin başında, yerin altında yaşamını yitirdi. Ekmeğini toprağın altından çıkaran 92 maden işçisi birer ikişer, maden ocaklarında, iş kazalarında yaşamlarını yitirdiler ve günde 20 liraya çalışanlar var, kayıt dışı çalıştırılanlar var. Ağır ve Tehlikeli İş Kolu Yönetmeliği işlemiyor. Çoğunun sigortası yok. İşveren hiçbir güvenlik önlemi almıyor ve işçiler birer ikişer ölüyor. 19'uncu Yüzyıl koşulları, vahşi kapitalizmi orada görüyoruz.

Bu Bakanlığın müsteşarı var, müfettişi var, Bakanı var ancak umursamaz, izleyici bir tavır içerisinde, umursamaz bir yaklaşım içerisinde olduğunu ne yazık ki görüyoruz.

Kot kumlama işçileri... Bingöl'ün Karlıova ilçesinin, Taşlıçay ve Toklular köyünde neredeyse her evde bir silikozis hastası var. Düşünebiliyor musunuz, iki köyün bütün erkekleri hasta. Başta İstanbul olmak üzere, Sinop, Tokat, Bingöl, Siirt, Erzurum, Zonguldak ve Çorum'da, kot taşlama sonucu ciğerleri iflas etmiş, memleketlerine dönen çok sayıda işçi var. Bu insanlar yaşamlarını idame ettirmek için, o kot taşlama yerlerinde, kumlama yerlerinde çalışmayı kabul etmişler ama bunlara dönük, kayıt dışılığa karşı, hiçbir önlem alınmadığı gibi mahkeme kapılarında sürünmesi söz konusu olacak hâle getirdiniz.

Değerli arkadaşlarım, Tuzla tersanelerinde insanlar öldü. Yeni üretilmiş bir geminin filikalarında 16 işçi bindirilerek denemeler yapıldı. Burada Emrah Varol, Ramazan Aygün, Ramazan Çetinkaya hayatını yitirdi. Daha sonra İbrahim Çelik hayatını yitirdi, Kemal Turan hayatını yitirdi, İhsan Turan hayatını yitirdi, Murat Çalışkan hayatını yitirdi. Onlar gibi yüzlerce insan hayatını yitirdi ve ne yazık ki yüzlerce insan orada ağır ve tehlikeli iş kolunda, önlenebilir ölümler olmasına rağmen, Mecliste yapmış olduğumuz çalışmalara rağmen, ilkel şartlardaki çalışmaların getirmiş olduğu o olumsuzluk ne yazık ki Bakanlığınız tarafından gereği hâlâ yapılamadı, yapılamıyor burada tutulan raporlara rağmen, sayfalarca Meclis araştırması, İnsan Hakları Komisyonundaki çalışmalarımıza rağmen.

Ve değerli arkadaşlarım, daha dün ikinci yılını andığımız Davutpaşa'daki ruhsatsız maytap atölyesinde meydana gelen patlamada 21 insanımız hayatını yitirmişti ve o insanlara yapılan vaatler bile sözde kaldı ve oradaki insanlar kayıt dışı çalıştırılıyorlardı, kaçak iş yerinde çalıştırılıyorlardı. Yine Ayşe Denizdalan, Sadife Düdüş, Gülden Çiçek, Necla Özveren ve Sevgi Sesli, kim bunlar biliyor musunuz? Bunlar Bursa'da gece yarısı çıkan yangında 5 kadın işçi, fabrika kapısının üzerinden kilitli olması sebebiyle yaşamlarını yitiren tekstil işçisi çocuklarımız. Ayşe Denizdalan on beş, Sadife Düdüş on altı yaşındaydı. Otuz iki yaşındaki Sevgi Sesli üç aylık hamileydi, günde on altı saat çalıştırıyordu ve hiçbirin sigortası yoktu. Bursa'da bu can yakıcı durum Türkiye'deki diğer fabrikalardan da farksız.

Değerli arkadaşlarım, mevsimlik tarım işçileri, kamyon kasalarında yaşam mücadelesi veren insanlar, hiçbir sosyal hakları yok. Günlük 7 lira yevmiyeyle çalıştırılmak zorunda kalan, kayıt dışı

40

________________________________________

çalıştırılan, sosyal güvenliği olmayan... Siz bu hakkı mevsimlik tarım işçilerine ne yazık ki tanıyamadınız, tanımıyorsunuz. Sırf sendikalaştıkları için Anayasa'yı, uluslararası sözleşmeleri ihlal ederek, itfaiye taşeron firmasını, üstelik adı Deniz Fenerine karışmış insanlara, altyapısı olmayan, tulumbacı anlayışı içerisinde vermekten kaçınmadınız. İstanbul İtfaiyesini bile peşkeş çektiniz ve orada Anayasa'nın, sırf sendikalaştıkları için Anayasa'nın 51'inci maddesinin ihlal edilmesine, bir kamu kuruluşunun bu yöntemi denemesine göz yumdunuz, seyirci kaldınız, gereğini yapmadınız. Bugün itfaiye işçileri için ikna odaları kurdunuz...

AHMET YENİ (Samsun) - İkna odaları sizin işiniz.

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - ...sendikadan uzaklaşın dediniz ve kalktınız, Deniz Fenerinde adı geçen insanlara teslim ettiniz, peşkeş çektiniz, iş birliği yaptınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, bugün bir dram, bir trajedi yaşanıyor. Ankara'nın soğuk kış günlerinde hak arama mücadelesi veren seslerini, feryatlarını duyurmaya çalışan, yaşam mücadelesi veren bu insanları 4/C kölelik kapsamına alarak zulmediyorsunuz, sonra bunun adına da merhamet diyorsunuz. Sizin merhamet anlayışınız bu ise alın o merhameti başınıza çalın. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü, siz, insanları aç bırakarak ağlatıyorsunuz, cahil bırakarak yalvartıyorsunuz. Ama bu Tekel işçileri size yalvarmıyor, 4/C köleliğine karşı baş kaldırıyor, sizin tüm bu baskılarınıza rağmen boyun eğmiyor çünkü siz etkisiz, siz tepkisiniz, siz mürit bir toplum istiyorsunuz, onu yaratmaya çalışıyorsunuz.

Siz Mizgin'i tanıyor musunuz? Mizgin talasemi hastasıydı, uygun ilik de bulunmuştu. Ama dünyalar güzeli Mizgin şimdi hayatta değil. Mizgin bir Tekel işçisinin, Ankara'dan memleketine döndüğünde kızının tabutuna sarılan bir Tekel işçisinin kızı. Mizgin "Müjde" demek Kürtçe. Hani açılım yapıyorsunuz ya, onu da yanlış yerinden açıyorsunuz. Mizginleri yaşatmayı başarırsanız yapacaksınız açılımı, asıl müjde o olacak vatandaşa.

Tekel işçilerinin dramı, bir buçuk yaşındaki çocuğu yüksek ateşle hastaneye kaldırılan bir annenin dramıyla özdeş olmuş. Babasına destek vermek için kilometrelerce uzaktan gelen yedi yaşında bir kız çocuğu var. Ankara Valisinin "Çocuklar korkuyor" dediği yerde çocuklar var, çocukların geleceği için ölümü göz alan anneler, babalar var. Diyarbakır'dan gelmiş yedi aylık hamile kadınlar var ve orada Türkiye'nin dört bir yanından gelmiş, Doğu'dan, Güneydoğu'dan, Karadeniz'den, Ege'den gelmiş 5 çocuklu, 6 çocuklu, 7 çocuklu analar var, babalar var. Ölümü göz almış binlerce yürek var orada, binlerce yürek. Eksi 5 derecede, soğukta sokakta, betonlarda yatanlar insanlar var orada ve en önemlisi Türkiye'nin, Türk insanının duyarlılığı var orada. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) - İzmir'den gelen var mı? İzmir Belediyesinden gelen var mı?

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Bu sorunları, bu insanların sorunlarını çözmesi gereken iktidarınız, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınız oligarşiye, mutlu azınlığa hizmet etmekten, yarattığınız rantçı politikalarla yaptığınız yolsuzlukların getirdiği bedeli bu insanlara ödetmek durumunda kalıyorsunuz. Sayın Bakana hatırlatmak gerekiyor: Sizin o koltukta oturma nedeniniz o işçilerdir.

Memleket bu durumda, ülkemizde işsizlik 13,4. Yani her 100 kişiden 13'ü işsiz ve tarımda her 100 kişiden 87'sinin sosyal güvenliği yok. İşsizlik almış başını gitmiş. Çalışanlar perişan durumda. Öğretmenler perişan, atanamayan binlerce öğretmen var. İşte, memleketimizdeki insan manzaraları.

Değerli arkadaşlar, işçiler sokakta, ekmekleri için mücadele ediyor. Sizler ülkenin kaynaklarını kendi yakınlarınıza peşkeş çekerken, ülkenin önemli, değerli kuruluşlarını satarken, uluslararası sermayeye hizmet ederken, kendi çocuklarınıza, damatlarınıza, yandaşlarınıza olanaklar sağlarken, oluşturduğunuz sonradan görme mutlu azınlıkla mutlu mutlu yaşarken etrafınızda etten duvarlar ördünüz ve ileriyi görememe noktasına geldiniz. Yani geçmişte mücahit idiniz, sonra müşahit oldunuz, arkasından müteahhit oldunuz, her işe müsait oldunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

HAYDAR KEMAL KURT (Isparta) - Terbiyeli ol!

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - İnsanların ekmeği ve aşıyla oynuyorsunuz, sonra da "Kriz teğet geçti hamdolsun iyiyiz." diyorsunuz. Sizler iyi olabilirsiniz ama ülkenin insan manzaraları ve ülkenin gerçekleri bu değil ve çıkıp "Milletimizin bize emanet ettiği kasayı kusura bakmayın soydurmayız." diyorsunuz. O kasanın kimlere çalıştığı, kimlere peşkeş çekildiği, yani kediye ciğer teslim ettiğini ne yazık ki görüyoruz. Damadının şirketine kredi verirken görüyoruz, gemiler, gemicikler alınırken görüyoruz, yarattığınız oligarşik yapıyla, mutlu azınlıkla görüyoruz. Uzun süre askerlik yapan çocuklarınızın durumuyla görüyoruz. Yüksek maliyetli, fahiş fiyatlarla yaptırdığınız projelerle kasayı nasıl koruduğunuzu ibretle görüyoruz ve gün gelecek devran dönecek, elbette bunların hesabı bir gün yüce divanlarda görülecek.

İktidara geldiğinizden bu yana, 21 milyarlık varlık satışı, 80 milyarlık dış borçlanma, halka ait fabrikaların, bankaların, limanların özelleştirilmesi sonucunda 30 milyar 712 milyon dolar... Bütün bu kaynakları o kasanın içinde erittiniz, yok ettiniz. Bir tek istihdam dahi yaratmadınız. Tarımı öldürdünüz, hayvancılığı yok ettiniz, insanları açlığa, yokluğa, yoksulluğa mahkûm ettiniz.

Değerli arkadaşlar, ben ülkemin dört yanında fotoğraflarını ortaya çıkaracağımız insanlarımızın yaşadığı açlıktan, sefaletten utanıyorum. Ben emeklilere reva görülen yaşam koşullarından utanıyorum. Geçim sıkıntısı çeken memurumun durumundan utanıyorum. İtfaiyenin, Türk

41

________________________________________

Hava Yollarının taşeronlaşmasından, değişik kurum ve kuruluşların peşkeş çekilmesinden ve çalışanın sorumluluğunu taşerona havale eden anlayışınızdan utanç duyuyorum.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) - Bizde sizden utanıyoruz.

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - "3 milyon işsizimiz var, 3 milyon asgari ücretlimiz var." diyen Bakanın sözlerinden utanç duyuyorum. 4/C kölelik sistemini merhamet diye gösterenlerin, merhamet anlayışından utanıyorum. Sosyal devleti ortadan kaldıran, insanı insana muhtaç eden, görmediğiniz yokluğu, yoksulluğu görmenin utancı içindeyim. İntihal yapan bir kişinin Sosyal Güvenlik Bakanı olmasından ne yazık ki utanç duyuyorum. Ülkenin yolgeçen hanı olmadığını söyleyen ve bu ülkenin gerçek sahiplerine, Tekel işçilerine "Bu ülke sahipsiz değil." diyen Başbakanın bu sözlerinden utanıyorum.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Utan! Utan!

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Atanamayan öğretmenlerimize yaşattığınız sıkıntılardan utanıyorum. Aç bırakarak ağlatan, cahil bırakarak yalvartan anlayışınız utanç verici bir anlayıştır. Seksen yıllık cumhuriyetin malını, mülkünü yandaşlarına peşkeş çeken bu İktidarın uygulamaları utanç verici uygulamalardır. "Al ananı git." diyen anlayışınız utanç verici bir anlayıştır. Popülist, oportünist yaklaşımlarınız, okyanus ötesine körü körüne bağlılığınız utanç veren anlayıştır. Her konuşmanızda tehdit unsuru içeren konuşmalarınız utanç vericidir. Bir aylık süre verilmiş Tekel işçilerine. O bir aylık süreyi veren anlayış utanç verici anlayıştır ve daha önemlisi burada göstereceğim tablolar çok daha utanç verici.

Burada, görüyorsunuz, bu fotoğraftaki yaşlı insan Kore gazisi. Daha doğrusu Kore gazisinin cesedini görüyorsunuz. Şu anda, ülkesi için adını bile duymadığı topraklara gitmiş. Donarak öldü, açlıktan öldü bu insan. Peki, sadece bu mu? Burada, bir Kore gazisi kadar şanssız değil belki ama bir kap yemeği yakalamanın mutluluğunu yaşayan bir tablo bu. Bu tabloyu görüp de utanmamak mümkün mü? Bu fotoğrafı görüp de, bu manzarayı görüp de utanmamak mümkün mü?

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) - İçler acısı... Yazıklar olsun!

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Yazıklar olsun tabii ki. Tabii ki, yazıklar olsun! Kula muhtaç eden anlayışa yazıklar olsun!

Adana'da çocuklar, pazarda pazarcıların çöpe attığı sebzeleri topluyorlar. Kimi çürük, kimi ezik, kimi yarım sebzeler ama yine de toplamak zorundalar, evine aşını götürmek zorundalar. Bunu bu hâle getirenlerin elbette ki utanması gerekiyor. Utanmanız gerekiyor.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) - Sizin sosyal demokrasi anlayışınızı anlat bakalım.

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Bakın, burada -ben bu evlere gittim gördüm- insanlar nasıl yaşıyor biliyor musunuz? Burada ilkel şartlarda yaşıyor. İşsizler, açlar, sefiller. Bir odada bir aile yaşıyor. Her ailenin 3 tane, 4 tane çocuğu var. Ne diyordunuz? "3 çocuk." Al sana 5 çocuk! Al sana 10 çocuk! Ve burada bir odada yaşamını idame ettirmek zorunda kalan insanlar. Bu evlerden yüzlerce var.

Bu evler neresi biliyor musunuz? İstanbul, 2010 Avrupa başkenti. Bu ev neresi biliyor musunuz? Türkiye'nin, dünyanın en eski yerleşim bölgesi, Fatih. Fatih'teki fotoğraflar ve insan manzaraları. Ve bu evlerde insanlar yaşıyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Çoluk yaşıyor, çocuk yaşıyor ve ne yazık ki bu manzaraya sadece laf atarak bakabilirsiniz. Bunun için çözüm üretmek gibi bir anlayışınız yok, çünkü sizler ne yazık ki etkisiz, tepkisiz, mürit bir toplum yaratma anlayışının insanlarısınız.

MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) - Siz kaç tane ev yaptınız döneminizde.

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Bakın, burada bir kadın. Çöpün içerisinde yiyecek toplamaya çalışıyor. Hayatını idame ettirmek için yapıyor bunu. Bu, Adapazarı'nda bir kadının dramı. Bir kadının trajedisi. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Laf atacağınıza çıkın deyin ki: "Evet, arkadaş, yoksullukla birlikte mücadele edelim." Ama siz ancak bunları algılamak... Çünkü sırça köşklerinizde... Çünkü sizler bir azınlığın, bir oligarşinin, mutlu bir azınlığın mutluluğu için çaba sarf eden insan anlayışından başka bir şey değilsiniz.

AHMET YENİ (Samsun) - Siz nerede yaşıyorsunuz, siz?

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Bakınız, bir gerçek daha. Bir gerçek daha. Bu fotoğraf. Gaziantep'te yaşlı bir insan, yardım kuyruğunda izdiham nedeniyle yere düşüyor, elindeki bastonu da kurtaramıyor onu ve görüyorsunuz ki o izdihamdan nasibini alıyor. Bu Gaziantep. Gaziantep'te yaşlı insanlar ve burada insanı insana nasıl muhtaç ettiğinizin fotoğrafıdır. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Yine, burada yardım kuyruğu. Yanlış anlamayın, bu kadınlar gözaltına alınmış filan değil; uzun saatler boyu yardım için bekleyen insanlar bunlar. Ne acıdır ki ülkemizde yardım kuyruklarında insanlar beklemek zorunda kalıyor. Yazık bunlara! (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Bunlara sahip çıkmak yerine ne yapıyorsunuz? Burada laf atmaya yelteniyorsunuz.

HAYDAR KEMAL KURT (Isparta) - Laf atmıyoruz, biz oradan geliyoruz! Sen ne anlatıyorsun?

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Yine, burada bir dram var. Bakın, aslında bu insanlar sıraya girmişler. Niye sıraya girmişler? Çünkü 450 kişinin alınacağı yere 14 bin 500 kişi müracaat ediyor. 14 bin 500 kişi sabahın köründe gelmişler iş istiyorlar, aş istiyorlar.

42

________________________________________

Yine burada, Edirne'de Sosyal Yardımlaşma Fonu'nun dağıtacağı... Muhtaç ailelere 100'ler lira dağıtıyorlar ve bunun için de binlerce insan sıraya girmiş.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Peki, bu fotoğraflar utanç fotoğrafı değil mi? Bunlara baktığınız zaman utanmıyor musunuz? Burada işsizlik, burada dram, burada trajedi yaşanırken gelip de bu insanların sorununu çözmesi gereken Parlamentoda buna dönük, yoksullukla mücadele etmeye dönük, sadece en son Ankara'da kömür dağıtmayı, fakirlere kömür dağıtmayı bir sosyal proje gibi görerek, burada sonuç alamazsınız.

HAYDAR KEMAL KURT (Isparta) - Tekel işçileri beş yıldır sokakta, sen neredeydin?

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Burada sosyal devleti kurmanız lazım. Sosyal devleti kurmak için de C-4 hâline dönüştüğünüz 4/c'lileri ortadan kaldırmanız lazım.

AHMET KOCA (Afyonkarahisar) - Senin zamanında 4/c yoktu.

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Sosyal devlet olmanız için, 4/b'leri kaldırmanız lazım, taşeron sistemini kaldırmanız lazım. Bu fotoğraflardan önce utanmanız lazım, utanmanız lazım. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) - Villandan mı çektin o fotoğrafları?

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Tabii, oligarşinin yapısısınız. Deniz ötesinden talimat alırsınız, gelir burada ahkâm kesersiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Soysal, lütfen sözlerinizi bağlayınız.

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Ama bir şeyi bilin ki, elbette ki, Aşık Mahsuni'nin dediği gibi "Yoksulun sırtından doyan doyana/ Bunu gören yürek nasıl dayana/ Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana/ Bilmem söylesem mi söylemesem mi?"

Nice yiğitleri, Tekel işçilerini orada kuru soğana mahkûm ediyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Emeklileri, işçilerimizi kuru soğana mahkûm ediyorsunuz. Elbette ki, bunların, bir gün gelir hesabı sorulur. Sizler oligarşiye hizmet ediyorsunuz, mutlu azınlığa hizmet ediyorsunuz ve bir gün gelir bunların hesabı sorulur.

HAYDAR KEMAL KURT (Isparta) - Bırak ajitasyonu!

ÇETİN SOYSAL (Devamla) - Elbette ki, bu gensoruyla ilgili bence sonucu beklemeden Bakanın istifa etmesi gerektiğini ifade ediyorum.

Buradan, o büyük mücadeleyi götüren, onurlu mücadeleyi götüren, etkisiz, tepkisiz değil, mürit olma anlayışı içinde değil, o Ankara'nın soğuk kış günlerinde kadınıyla erkeğiyle yiğitçe mücadele veren Tekel işçilerine selam olsun. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Soysal.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Sayın Başkan, grubumuzu itham edici çok ağır sözler sarf edilmiştir. 69'a göre söz istiyorum, kısa bir söz.

BAŞKAN - Anlayamadım efendim.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Grubumuzu itham edici çok ağır sözler söylenmiştir gerçekle bağdaşmayan. Kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Ne, hangi söylemdi? Ben pek öyle bir şey algılamadım ama.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - 69'a göre söz istiyorum.

BAŞKAN - Hangi sözüyle?

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Grubumuzu itham edici, eleştiri sınırlarını aşan beyanlarda bulunmuşlardır. Çok kısa söz istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun, buyurun.

Buyurunuz Sayın Bahçekapılı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Sevgili arkadaşlarım, benim bir seviye sorunum var cevap verme konusunda ve konuşurken. Müsaade ederseniz o seviyeyi koruyarak konuşmama devam etmek istiyorum ve cevap vermek istiyorum.

Şunu da belirtmek isterim ki, Sayın Soysal bu yaşına kadar siyasi tarihi içinde ne edindiyse, bilgi birikimine, tırnak içinde entelektüel bilgi birikiminde ne gibi kelimeler öğrenmişse veya öğrenememişse hepsinin içinde olduğu bir konuşma yaptı.

Eskiden beri tanırım kendisini. Bir dost tavsiyesi, eleştiri yaparken, cevap verirken kullandığı kelimelerin anlamlarını doldurarak, anlamlarını ve kelimeleri yerli yerine oturtarak cevap verir veya konuşursa biz de kendisini daha sağlıklı olarak dinleyebiliriz diye düşünüyorum.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) - Sayın Başkan, ben de söz istiyorum.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) - Senden öğrenecek değil ya!

43

________________________________________

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - Şimdi, öncelikle belirtmek isterim ki, kişilerin siyasi duruşlarını eleştirebilirsiniz. Elbette eleştirilecek olan yerler vardır. Ama kişilerin özel hayatına müdahale etmek her şeyden önce kişilik hak ve özgürlükleriyle bağdaşmaz. Daha sonrası da ayıptır. Eleştirmek ile hakaret etmek arasında arkadaşlarım, ince bir çizgi vardır. Bu çizgi tutarlılık ister, nezaket bekler. Hukukta "eleştiri" ile "hakaret etmek" arasında bazı kriterler vardır bunları birbirinden ayırmayı gerekli kılan ve yeterli gören. Bunlardan en önemlisi: Eleştirirken kullandığınız dil ile söylediğinizin içeriğinin birbiriyle örtüşmesi gerekir ve bir denge kurulması gerekir. Şuna dikkat etmek gerekiyor: Bizler siyasi kültürü üretmenin en önemli ve birincil kimlikleriyiz. Sizin yaptığınız gibi, çatışan, dinlemeyen, gerçeklikle bağdaşmayan beyanlarda bulunan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bahçekapılı...

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Grubunuza anlatın, grubunuza anlatın onları! Sizden eğitim alacak hâlimiz yok ki!

BAŞKAN - Sayın Bahçekapılı, lütfen, size karşı ne söylediyse ona cevap veriniz. Siz genel olarak bir laf söylüyorsunuz. Lütfen...

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - Kısa bir süre daha rica ediyorum efendim, bir dakika daha...

BAŞKAN - Buyurunuz. Lütfen...

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) - Sayın Başkanım, ben de söz istiyorum kullandığı kelimelerden ötürü.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - Sataşmaların hepsine cevap...

BAŞKAN - Sayın Bahçekapılı, lütfen, hangi konuda sataşıldıysa ona cevap veriniz, genel konuşma yapıyorsunuz.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - Peki, tamam efendim.

BAŞKAN - Buyurunuz.

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (Devamla) - Peki, Sayın Başkan.

Burada paparazzi programlarına konu olmak için bulunmuyoruz. Derdimiz Facebook'ta en çok tıklanan olmak da değil. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Tribünlere ajite ederek oy toplamak kolaydır ama geçicidir. Bunun yerine çalışmak gerekir. Bunun yerine örneğin Altındağ'da bir eve gitmek gerekir. Altındağ'dan bir misafiri ağırlamak gerekir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun yerine örneğin, gerektiğinde tatilinizi feda ederek bizim gibi çalışmak gerekir. Önce çalışın, sonra konuşun!

Çok teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bahçekapılı.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) - Sayın Başkan, hangi sataşmaya cevap verdi?

BAŞKAN - Onu ben de anlamadım efendim.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) - Sayın Başkan, kullandığı üslup, "seviyesiz" kelimesine karşılık cevap vermem gerekiyor, bir sataşma var. Ayrıca benim söylediğime yanıt vermedi, "kişiselleştirme" dedi, onunla ilgili de konuşmadım ama şahsıma dönük "seviyesiz" kelimesi var, bununla ilgili açıklama yapmam gerekiyor.

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

Sataşmaya da mahal vermeyiniz ama ne sataşmasına cevap verdiğinizi lütfen açıklıkla söyleyiniz.

Etiketler

sayaa

yükleme oyunları seçim sonuçları
 
sayfa_f1d9fabdd31b3d2d.html